7.4.24
5.4.24
1.3.24
28.2.24
Sahi Şimdi Genelkurmay Başkanımızın İsmini Biliyormuyuz? 28 Şubat..
Her şeyi okuyabilirsiniz ama yakın tarihle ilgiliyse okumalarınız o zaman daha bir dikkatli, daha bir duyarlı şekilde okumalara odaklandığınızı fark edersiniz. Okumalarınızı anlamlandırmak istediğinizde; medya, bireyin hak ve özgürlükleri, ekonomi, iç ve dış siyaset, yerel ve bölgesel dinamikler üzerinden bu okumaları yapabilir, yakın tarihin bugünden nasıl göründüğünü, nasıl anlamlandırılması gerektiğini anlamaya, çözmeye çalışırsınız. Yaşadığınız ülke, yaklaşık on yılda bir darbelerle sivil siyasete ayar çekilen Türkiye ise okumalarınızı daha bir özenli yapmalısınız. Bu özenli okumayı hak eden bir tarihsel okuma anlayışına sahip değilseniz, dün olanın bugünle ilişkisini, bugün olanın dünden bağımsız olmadığını; dünün sadece dünde, bugüne ait bir olayın da sadece bugünün olayı olmadığını anlayamazsınız.
Her dönem kendine ait kavramlarla hatırlanır; her dönem kendi kavramlarını oluşturur ve onları öne çıkarır. Neredeyse çeyrek asırlık bir geçmişi bugün anlamak, anlamlandırmak, insan hafızasının etkilerini bir kenara bıraksak bile, döneme ilişkin arşivci bir bakış açısıyla yapılacak yaklaşımla dahi 28 Şubat, bugün yaşayanlar için “tuhaf” ya da “nasıl olur?” denilecek türden istifhamlar barındıracaktır.
Gazete Manşetleri
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, “28 Şubat medyası” olarak da adlandıracağımız medyanın bilinen işlevleri dışında; bir güç, bir odak olarak kendini konumlandırdığı bir dönemdi 28 Şubat süreci. O süreçteki gazetelerin manşetleri de, medyanın kendisini konumlandırdığı bu anlayışın ve zihin dünyasının bir yansımasıydı. O manşetlerden bazıları şunlardı: “Gerekirse silah bile kullanırız”, “Ordudan dört uyarı”, “Ya uy ya çekil”, “Beceremediniz artık bırakın”, “Gülen de uyardı”, “70 yıllık imajımız güme gidiyor”, “Laiklik uyarısı”, “Sincan’da tanklı protesto”.
Medya üzerinden yapılacak bir okuma elbette 28 Şubat’ta olup biteni anlamamıza yetmeyecektir. O dönemi maddeler halinde özetlemek gerekirse;
- Kudretli generallerin(!) ülkesine ve milletine yerli mi yabancı mı olduğu tartışmalı düşünce dünyalarının kendini gösterdiği,
- Medya patronlarıyla medya tepe yöneticilerinin “Emret komutanım!” pozisyonu aldığı,
- Üniversite rektörlerinin milletin oylarıyla iş başına gelmiş hükümete “uyarı” verdiği,
- Gazete kupürlerinden oluşan ciddi(!) belgelerle bir partinin kapatılması sürecine giden günlerin yaşandığı,
- Bin yıl sürmesi beklentisiyle Sincan’da tankların sokaklarda yürütüldüğü,
- Her on yılda bir gerçekleşen darbe geleneğinin yeni kavramlarla kendini gösterdiği,
- Halkın siyasal tercihlerini hiçe sayan vesayetçi anlayışın ülke yönetiminde kendini hissettirdiği,
- Halkın dini duygularının istismarında dinin önemli bir aktör olarak manipülasyon kokan hareketlerle kullanıldığı,
- Sivil siyasetin yönetimden uzaklaştırılmasına yönelik siyasete müdahalelerin çok yönlü olarak arttığı,
- Yaşanan süreçte devlet bankalarından milyarlarca liranın aralarında medya şirketleri de bulunan şirketlerce ödenmeyecek krediler olarak hesaplara geçirildiği günlerdi 28 Şubat günleri.
Unutturulmayan Kavramlar
Kendini kabul ettirecek zemini hazırlamıştı 28 Şubat’ın aktörleri. Asimetrik savaş yöntemleriyle medyanın gücünü iyice pekiştirerek, kudretli medya patronları(!) yönetiminde halkın günlük ve gündelik yaşam biçimleri üzerinde bin yıllık etkiyi oluşturacak çabalar sergiliyordu 28 Şubatçılar.
Bugünün insanı için çok uzak olmayan bir geçmişi, yine o geçmişin ortaya çıkardığı kavramlarla hatırlamak istediğimizde gözlerimizin önüne gelenler tarihin kara sayfalar kısmında yerini alacak olan kavramlardır. Süreçte hemen her gün onlarca kere Gobbelsvari bir tekrar mantığıyla tekrarlanan, tekrarlandıkça benimsetilen kavramlardı bunlar.
Postmodern darbe, MGK bildirisi, brifingler, tanklar, Müslüm Gündüz, Aczimendiler, Ali Kalkancı, Fadime Şahin, rektörlerin uyarısı, andıç, askeri bir yetkili, Batı Çalışma Grubu, katsayı engeli, 8 yıllık kesintisiz eğitim, Kuran kurslarının kapatılması, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak, irticai faaliyetler, bin yıl sürecek vb.
Her biri üzerine ayrı ayrı bilimsel çalışmaların yapılabileceği bu kavramlar, 28 Şubat’ın ve 28 Şubatçıların Türkiye siyasi hayatına dayattığı ifadelerdi. Onar yıllık darbelere alıştırılmış insanların, medyanın gücüyle darbenin postmodern olanına da alıştırılması, özel kanallarla birlikte ticari birer şirket mantığıyla çalışan televizyon kanalları için hiç de zor değildi. Ordu içindeki darbeci generallerinin öncülüğünde başta yargı mensupları olmak üzere, sivil toplum temsilcileri ve medya mensuplarına yönelik olarak düzenlenen “irtica brifingleriyle” meşruiyet zeminine giden yolların taşları döşeniyor, vazifelerini öğrenenler aşkla ve şevkle o taşları döşemeyi kendilerine görev biliyorlardı.
Muhalefet partilerinin milletin önündeki vesayetçi anlayışa dur demek yerine, onlarla birlikte ve onların elini rahatlatacak şekilde tavır almaları, Türkiye’nin onar yıllık periyotlarla darbe süreçlerini niçin yaşadığının da aslında bir izahı gibiydi.
Üniversitelerden başörtülü oldukları için uzaklaşmak ya da başlarını açarak okumak zorunda kalan öğrencilerin okuma haklarını savunmak için yaptığı mücadeleler polisin sert tepkisiyle karşılaşıyor, okula devam etmek durumunda kalanlar ya başlarını açıyor ya da başörtüleri üstüne peruk takıyorlardı. “İdeolojik peruk takmanın yasak” olduğunu belirten bir rektör yardımcısı, üniversite kapısında kurdurduğu ikna odasında genç kızları başlarını açmaya zorluyordu. Eşi başörtülü olduğu düşünülen öğretim üyelerinden ise sudan sebepler üretilerek eşlerinin fotoğraflarını getirmeleri isteniyordu. Bütün bunlar, bin yıl sürmesi arzusuyla, ülke yönetimini vesayetleri altında tutmayı bir görev bilen ordu mensuplarının bireyin hak ve özgürlüklerini yok sayan anlayışlarının bir yansımasıydı aslında.
FETÖ’nün Yerleşimi
Bu süreçte dini bir cemaat ve hizmet hareketi olarak kendilerini tanımlayan ve 15 Temmuz 2016’da ihanet darbesine kalkışanların, orduyu ele geçirmek amacıyla yaptığı takıyye zirve yapıyor, halen ABD’de olan FETÖ elebaşı Fetullah Gülen o günlerde, orduya sızmış bulunan mensuplarına “hanımlarının başlarını açmaları” çağrısında bulunarak başörtüsünün “teferruat” olduğunu söylüyordu. Gazete manşetlerine yansıyan ve televizyon röportajlarında da hedefe koyduğu Refah-Yol hükümetine, 28 Şubat zihniyetiyle aynı paralelde eleştiriler yönelten Fetullahçıların lideri, “Beceremediniz bırakın artık” sözleriyle gazete manşetlerinde yerini alıyordu.
Gazete manşetlerinin ülkeye karabasan gibi çöktüğü günler ve gündemler, ülkenin gitgide huzursuz bir hal almasına yol açıyor, puslu ve bulanık havayı seven kurtlar pusuda bekliyordu. FETÖ’nün, cemaat ve hizmet hareketi olarak bilindiği 28 Şubat günlerini nasıl fırsata çevirdiği, dini duygularıyla tanınan her seviyeden ordu mensubunun Askeri Şura kararlarıyla “irticacı” diye yaftalanarak ordudan atılmasını sağlayıp oluşan boşluğu kendi örgüt üyeleriyle nasıl doldurduğu ve dönemin jakoben Kemalistlerinin de buna nasıl çanak tuttuğu da 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra daha iyi anlaşılıyordu.
28 Şubat orduyla milletin iki ayrı noktada varlıklarını sürdürdüğü günler olarak süreci yaşayanların zihninde yer etmişti. Bugünden geriye bakıldığında, 28 Şubat’ın manipülatif etkileriyle oluşan sonuçların çok daha açık ve anlaşılır olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Terörle mücadelede yaşanan onca can kaybına, onca maddi kayba rağmen çok az mesafe alınması, sadece vesayet geleneğini görevlerinin en başında tutan ordu mensuplarının terörle mücadeleye önem vermeyişleriyle açıklanamazdı elbette. 28 Şubat sürecine giden günlerde terörle mücadelede yaşanan başarısızlıkta, iç ve dış siyasetin kullanışlı elemanlarının manipülatif çabasının olumsuz etkisinin de olduğunu söylemek mümkün.
Tarihin tekerrür ettiğini ve eğer ders alınmazsa hep tekerrür edeceğini iyi bilmek yetmiyor. Önemli olan ister klasik ister modern isterse postmodern olsun, yaşanan onca darbeye dur demek, darbe zihniyetini aklının bir köşesinde tutan vesayetçilerin ortaya çıktığı zemini kurutmaktır. 28 Şubat postmodern bir darbe olarak nitelense de, her darbe ve darbe teşebbüsü gibi toplumun kodlarını alt üst etmeyi başarmıştır. 28 Şubat darbesi de dahil her darbe, sonrasında yaşananlar düşünüldüğünde ülkenin maddi ve manevi birçok kayıp yaşamasına yol açmış, ülkenin siyasal zeminini oynak taşlar üzerine oturtmayı başarmıştır. 28 Şubat yol açtığı mağduriyetler, yaşattığı zararlar ve her şeyden önemlisi milleti ve milletin temsili bağlamında Meclis’te yer alan temsilcilerini hiçe sayarak yok etmeyi başarabilmiş, ordusunu göz bebeği olarak gören milletin orduyla olan bağlarını zayıflatmıştır.
28 Şubat’ın gündemimize soktuğu kavramlar sadece vesayetçi zihniyetin siyasete müdahalesini yansıtan kavramlar değildi. Bu kavramlar, postmodern bir darbenin hükmedebildiği bütün güçleri sahaya sürerek milleti yönetme makamında olanları yok sayıp dayatmalarla kendilerine alan açtıkları darbeci geleneğin periyodik olarak 10 yıllık bir süreci takiben ortaya çıkan kavramlardı.
Bu kavramlar, vesayetçi zihniyetle birlikte artık sivil siyaseti tehdit eden bir güç odağı oluşturma çabasından uzaklaşıyor; önümüzdeki günlerin Türkiye’de sivil siyasetle şekillenmesinin yolu milletin temsilcilerinin, milletin önünde başka vesayet odağı istemediklerini gösteren cesur adımların atılmasıyla kendini gösteriyordu.
Burada şunu da yeni kuşaklara hatırlatmak gerekiyor. Dönemi, içinde yaşayarak hisseden bizler medyanın bilgilendirme(!) işlevi sayesinde 28 Şubat’ta dönemin cuntacı generallerinin hepsinin ismini ezberlemiştik!
Sahi siz Genelkurmay Başkanımızın ismini biliyor musunuz?
Ali BÜYÜKASLAN
24.2.24
22.2.24
BERAT KANDİLİ NEDİR
Berat Kandili; Ramazanın müjdecisi…Şaban ayının yarısı gecesi…
Berat… borçtan, hastalıktan, suç ve cezadan beraet etme, kurtulma… günahlardan arınma, temize çıkma, ilâhî af ve rahmete nâil olma…
Berat gecesi de diğer gecelerimiz gibi her birimiz için birer, tefekkür, tezekkür ve yenilenme gecesidir.
Berat; kırılan kalpleri onarma, dargınlık duvarlarını yıkma, kin, nefret ve intikam duygularını aşma günüdür. Yüce Yaradan’ın affına erebilmek için yaradılanı affetme günüdür.
Berat; bizlere her türlü şer, kötülük, zulüm, haksızlık ve adaletsizlikten beri olmayı, onlardan teberra ederek uzak kalmayı öğretir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
18.2.24
ÇAY'IN TARİHÇESİ
Çayın tarihçesi oldukça eski ve karmaşıktır. Çay, Çin'in güneydoğusunda, günümüz Fujian eyaletindeki dağlık bölgelerde doğal olarak yetişen bir bitki olan Camellia sinensis'in yapraklarından elde edilir. Çayın tarihçesi, MÖ 2737 yılına kadar uzanır. Efsanelere göre, Çin İmparatoru Shen Nong, çay yapraklarını kaynatırken tesadüfen çayı keşfetti. Çay, zamanla Çin'de popülerlik kazandı ve meditasyon, tıp ve sosyal ritüellerin bir parçası haline geldi. Çay, Tang Hanedanı döneminde (618-907) Çin'den diğer Asya ülkelerine ve Japonya'ya yayıldı. Sonraki yüzyıllarda, çay ticareti ve tüketimi dünya geneline yayıldı ve farklı kültürlerde çeşitli ritüeller ve gelenekler gelişti. Bugün çay, dünyanın en popüler içeceklerinden biridir.
İşte çayın tarihçesiyle ilgili daha fazla bilgi:
1. **Çayın Ticari Yayılımı:** Çay ticareti, Tang Hanedanı döneminde başlayarak Çin'den diğer Asya ülkelerine ve Japonya'ya yayıldı. Çay ticareti yoluyla ticari ilişkiler geliştirildi ve farklı kültürler arasında çayın tüketimi yayıldı.
2. **Sung Hanedanı Dönemi (960-1279):** Sung Hanedanı döneminde, çay içme ritüeli daha da sofistike hale geldi. Çay ustaları, çay yapraklarının toplanmasından demlenmesine kadar her aşamada ustalaştılar ve çay seremonileri önemli bir sosyal etkinlik haline geldi.
3. **Ming ve Qing Hanedanları Dönemi (1368-1912):** Bu dönemde, Çin çayı daha da popüler hale geldi ve ticaret yoluyla Avrupa ve diğer bölgelere yayıldı. Ming ve Qing Hanedanları döneminde, çay Batı dünyasında lüks bir içecek haline geldi ve çay seremonileri değişiklik gösterdi.
4. **Çay Kültürü ve Sanatı:** Çay kültürü, Çin sanatı, şiiri ve felsefesiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Çay seremonileri, sadece çayın tüketilmesi değil, aynı zamanda estetik ve ruhsal deneyimlerin bir parçası olarak görülür.
5. **Modern Çay Endüstrisi:** 19. yüzyılda, İngilizler ve Hollandalılar gibi Avrupa güçleri, çay ticaretine hakim oldular ve Asya'dan büyük miktarlarda çay ithal ettiler. Bu, dünya çay endüstrisinin gelişimine büyük ölçüde katkıda bulundu.
Bugün çay, dünya genelinde çeşitli türleri ve çeşitleriyle yaygın olarak tüketilen bir içecektir. Çay kültürü, geleneksel çay seremonilerinden modern kafe kültürüne kadar çeşitli formlarda devam etmektedir.
13.2.24
Doğu Türkistan’da Çin Zulmü
Çin’deki Müslüman düşmanlığı çeşitli dönemlerde değişiklik göstermiştir. Uygur Müslümanları, özellikle Doğu Türkistan’da, etnik ve kültürel çeşitliliği ile dikkat çeken ancak aynı zamanda Çin hükümetinin Uygur Türkleri üzerinde uyguladığı baskı ve insan hakları ihlalleriyle bilinen bir bölgedir.
- Özel Haber
- Dosya Haber
- Gündem
- Politika
- EÇin’deki Müslüman düşmanlığı çeşitli dönemlerde değişiklik göstermiştir. Uygur Müslümanları, özellikle Doğu Türkistan’da, etnik ve kültürel çeşitliliği ile dikkat çeken ancak aynı zamanda Çin hükümetinin Uygur Türkleri üzerinde uyguladığı baskı ve insan hakları ihlalleriyle bilinen bir bölgedir.
Şimdi sizlere, bu bölgede yaşayan din kardeşlerimizin maruz kaldığı muamelelerden bahsetmek istiyorum.
Toplama kampları adı altında, insanları zorla götürdükleri ve çeşitli eziyetlerle, kendilerince kâh ıslah ettikleri, kâh katlettikleri Müslümanların belgeselini çekmek için BBC’nin özel izinle girdiği cezaevinde bir yetkili Uygur Türkleri için:
‘’Radikal düşüncelerden etkilenmiş durumdalar, bizim amacımız onları bu aşırı düşüncelerden kurtarmak’’ diyor.
Çeşitli eziyetlere maruz kalan bir kadına BBC muhabiri mikrofon uzatarak: ‘’Bir suçtan hüküm giydiğin için mi buradasın? Sorusunu soruyor.
İnançlarından koparılmak üzere oraya götürülen kadının cevabı: ‘’Bir suçtan hüküm giymedim ama bir hata yaptım. ’oluyor. Burada hata diye bahsettiği, dini vecibelerini yerine getirmek.
Muhabir bir başkasına mikrofonu uzatıyor:
‘’Namaz kılmana ne sıklıkla izin veriliyor?’’
Korku dolu bakışları ile verilen cevap çok acı:
‘’Çin yasalarına göre okullar kamusal alan kabul ediliyor ve kamusal alanlarda dini faaliyetlere izin verilmiyor.’’
BBC muhabiri şöyle söylüyor kameraya: ‘’cezaevi değil de okul olduğuna inandırmaya çalıştırdıkları bu yerde, kendi başımıza ne kadar delil toplamaya kalkarsak bir o kadar soru işareti ile karşılaşıyoruz.’’
Yüzünde işkence izleri olan bir mahkûma soruluyor!
‘’kendi isteğinle mi buradasın?’’
Bir süre düşündükten sonra cevap veriyor: ‘’evet, radikal düşüncelerden ve terörizmden etkilenmiştim.
Arka planda gibi görünseler de yetkililer röportajları dikkatle dinliyor ve beden dillerini dikkatlice izledikleri de gözden kaçmıyor.
Din üzerinden giderek artan sınırlamaları kapsayan yasaları ezberleterek düşünceleri değiştiriliyor.
Çin Hükümeti, din ve kültürel aidiyetin yerini yeni bir tür bağlılıkla değiştireceğine inanıyor.
Yaptıkları şey; Çin’i seviyoruz gibi cümleler yazdırarak, okuma yazmayı yeni öğrenen ilkokul öğrencilerine verilen eğitim gibi, Çin’i bu kamptakilerin beynine kazırcasına, yok edilmeye çalışan bir kültürün yerine baştan bir kültür inşa etmeye çalışıyorlar.
İlkokul öğrencileri gibi erkeklere üniforma giydirdikleri bu kampta, gün bittiğinde evlerine gitmek yok. 10 kişilik koğuşlarda kalıyorlar. Ailelerinden uzak bu yerlerde kaç yıl kalacakları da belirsiz. Cezaevi demek tam yerinde bir tabir olacaktır.
BBC muhabirinin ‘’ eğer gelmek istemezlerse ne olur?’’ sorusuna orada yetkili şöyle bir cevap veriyor:
‘’ böyle bir şeyle hiç karşılaşmadık, böyle bir şey mümkün değil, onları ikna ederdik. İnsanlar buraya gelmek zorundalar, kurallara uymak zorundalar.’’ Kural dedikleri şey ise Çinlileştirme politikası.
İnsanları o toplama kamplarına nasıl götürdüklerini elbette biliyoruz.
Muhabirin ifadesiyle: duvarlardan birinde şöyle yazıyordu, ‘’Kalbim, lütfen dayanmaya devam et.’’
Son zamanlarda Çin’in Sincan bölgesinde, yüksek duvarlarla çevrili, dikenli telle kaplı ve sayıca fazla gözetleme kuleleri inşa edildi. Uydu görüntüleri ile de varlığı saptanan bu aşırı güvenlik tedbirli gözetleme kuleleri ve dikenli tellerin BBC ziyaretinden hemen önce kaldırıldığı da anlaşılıyor.
Kaldırılan o kulelerin yerine spor sahaları kurulmuş ve muhabir bu sahaların ziyarette kendilerine özellikle teşhir edildiğini vurguluyor.
Yani bu kamplar ayrılıkçı şiddetin adresi olmuş durumda.
Toplama kampları dünyanın birçok ülkesinde bulunur. Söz konusu ülkeye iltica eden, sığınan bir birey, bu toplama kamplarında sığındıkları ülkelerinin sosyal yaşam kuralları konusunda bilgilendirilir.
Doğu Türkistan’daki toplama kampı ise çok farklı, kendi topraklarında Çinliler gibi düşünmeyen insanların yeniden eğitildiği, kendilerine ait örf, adet ve geleneklerin belleklerinden silinerek Çinlilere dönüştürüldüğü laboratuvarlardan başka bir özelliğe sahip değil.
Zorla alıkonularak, ailelerinden koparılarak, eşlerine, çocuklarına, anne ve babalarına hasret bırakılarak kapalı hapishanelere yerleştirilen bu insanlar, dünyanın gözleri önünde inanç ve dini motiflerinden koparılıyor.
Tarihte diktatörlerin yaşattığını günümüzde yaşatmaya çalışan Çin Hükümeti, geçmişte Hitler’in yaptığı Almanlaştırma politikasını bugün Çinliler gerçekleştiriyor.
Medyaya sundukları altın kafesler içerisinde hem dini hem kültürel bir tecrit uyguluyorlar.
Doğu Türkistanlı bir birey, Çin Cumhuriyetinde özgürce dolaşamıyor. Çin Cumhuriyeti bu kişileri hastalıklı, tedavi edilmesi gereken bireyler olarak görüyor.
Tarih nasıl ki Hitler’i dönemin en cani insanı, diktatörü olarak konumlandırmışsa, ilerleyen yıllarda dünya iki cani ülkeden bahsetmeyi sürdürecek. Biri Çin Cumhuriyeti, diğeri ise Siyonist İsrail.
Yazımı sonlandırırken özellikle Çin zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan, Türkiye üzerinden dünyaya Doğu Türkistan’ın çığlığını duyurmaya çalışan Akademisyen Aziz İsa Ergun’un mesajı ile son vermek istiyorum.
Elkun, ‘’Dünyada Uygur Türklerinin güveneceği tek ülke Türkiye. Türkiye baskı altındaki Müslümanlara çok şey yaptı. Filistinlilere, Burmadaki Myanmar Müslümanlarına yardım etti. Uygurlar Türk’tür, aynı zamanda Müslümandır. Dünyadaki tek umudumuz Türk ve Müslüman olan Türkiye’dir. 80 Milyon halkı ile bizim Türkiye ile çok fazla kültürel bağlılıklarımız var. Bu yüzden Türkiye artık bir şeyler yapmalı’’ dedi.
Selam ve dua ile…
Tuba ARSLAN
13.02.2024
ELİPS HABER
6.2.24
MİRACIMIZI KURTULUŞUMUZA VESİLE KIL YA RABBİ!
“İlahi Ya Rabbi, uzun zamandan beri yurtlarından, yuvalarından çıkarılan, İsrail’in zulmü altında inim inim inleyen Filistin’deki, Gazze’deki kardeşlerimize yardım eyle! Fedai can edenlere, şehitlere rahmet eyle, Efendimiz aleyhisselatu vesselama komşu eyle Ya Rabbi! Yurtlarını, beldelerini, şehirlerini koruyan kardeşlerimizi muzaffer eyle, onlara yardım eyle Ya Rabbi!
İlahi Ya Rabbi, zalimleri kahru perişan eyle! Zalimleri birbirine düşür, zalimleri zalimlere musallat eyle Ya Rabbi! Onlar birbirleri ile uğraşırken müminleri salimen ve ganimen muzaffer eyle, zafere ulaştırır Ya Rabbi!
İlahi Ya Rabbi, dünyanın çeşitli yerlerinde, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Hindistan’da, Keşmir’de, Libya’da, Suriye’de, Irak’ta, doğuda, batıda, nerede mazlum varsa mazlumlara yardım eyle Ya Rabbi!
Bizim şanlı ordumuz, Peygamber ocağı, her biri Muhammed anlamına gelen Mehmetçiğimiz, tarih boyunca bütün medeniyetlerimizde, kurduğumuz tüm devletlerde, her zaman zalimlerin karşısında, mazlumların yanında yer aldı. İlahi Ya Rabbi, şanlı ordumuzu, güvenlik güçlerimizi karada, havada, denizde, her zaman ve her yerde mansur ve muzaffer eyle Ya Rabbi!
Birliğimizi, beraberliğimizi daim eyle Ya Rabbi! Devletimizi, milletimizi ilelebet payidar eyle Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi, gerek tarih boyunca cephelerde gerekse şu anda vatanımızın sınırlarımızın içinde ya da ötesinde vatan müdafaası için fedai can eden bütün şehitlerimize rahmet eyle Ya Rabbi! Gazilerimize şifalar, hayırlı ömürler nasip eyle Ya Rabbi! Gençlerimizi, çocuklarımızı vatan, bayrak, devlet, ezan, din, iman, Allah, Peygamber sevgisiyle yetiştirmeyi bizlere nasip eyle Ya Rabbi!”
3.2.24
29.1.24
-
Gerede Panayırları’nın tarihi geçmişi, Anadolu’nun ticaret yolları üzerinde önemli bir durak olan Gerede’nin, tarih boyunca ticaret ve kült...
-
Turgut Özal'ın ölümü, Türkiye siyasetinde büyük tartışmalara yol açan bir konudur. Özal, 17 Nisan 1993'te, Cumhurbaşkanı olarak göre...