Başkanlık Sistemi’nde ‘Türkiye modeli’ nedir?

Başkanlık Sistemi’nde 

‘Türkiye modeli’ nedir?

                                 Sibel ERASLAN Star 29.01.2016
Sistem konuşmalarında sıkça dile geliyor: “Türkiye tipi Başkanlık Modeli” şeklinde... 
Bu vurguyu, “doğal hukuk” çağrısı olarak okumak mümkün. Her ne kadar doğal olana dair soyut ve genel önerilere işaret ediyor olsa da. Bu genel ve soyut vurguyu, “tarihi bakış”la somutlamak mümkündür elbet. Meseleyi biraz daha ritmik hale getirmek istersek, karşımıza bu sefer de tarihi deneyimlere yaslanmak imkanı çıkar zira... Yani; doğallığını, kendiliğinden, kendi hayati/tarihi tecrübelerinden çıkarırken, evrensel insani kazanımları da ıskalamadan yürüyebilmek hukuk ve adalet yolunda...
Tarihi deneyim deyince; 1. ve 2. meşrutiyetlerden 1876’dan bu yana çizegeldiğimiz önemli bir parlamento geçmişimiz var. Anayasacılık geçmişimiziyse 1808’e Sened-i İttifak’a kadar götürebiliriz. “Devlet iktidarını kısmen de olsa denetlemeyi maksat edinmiş” ilk evrak olarak ciddi bir tecrübedir bu senet... Aynı Sened-i İttifak’ın, yenilenen ordu/yönetim ilişkisinin yol açtığı buhranlar ve kopmaya yüz tutmuş merkez taşra ilişkisi gibi sistem tıkanmalarının üzerinden çıktığını biliyor muyuz?... Aynı Sened’in kanlı bir Saray darbesi sonucu, 3. Selim’in katli sonrasında imzalanabildiğini de önemli bir not olarak düşelim... Hukuk tarihi dramatik olayların üzerinden işler.  
Bu notu niçin düştük?
Çünkü toplumlar, canları sıkıldığı için veya moda olduğu için, laf olsun torba dolsun için sistem değişikliğini konuşmazlar... Muhakkak ki yaşanan bir takım tıkanıklıklar, bir takım hayati zorluklar vuku bulmuştur ki, bunu aşmak konusunda mevcut yapı yetersiz kalmıştır...
İşte bugün konuştuğumuz “Türkiye tipi Başkanlık Sistemi” vurgusu da suyunu bu gözeden içer. Öyleyse sistemin nerede tıkandığına dair içtenlikli cevaplar üretmeliyiz. Mevcut Parlamenter sistemimiz, darbe anayasalarının rehin tuttuğu bir sistemdir...  
***
Nasıl ki herkesin kendine has bir hayat hikayesi varsa, toplumların da kendi hayat maceraları, tecrübeleri var. Elbette bu zorlu bir iştir. Yani bir kişinin hayat hikayesine bakarak geleceğine dair ihtiyaç listesini ve yol haritasını çıkarması ile milyonlarca kişiyi taşıyan bir toplumun hepsi de birbirinden farklı ihtiyaçları söyleşen insanlarının orkestrasından bir harmoni çıkarabilmek elbette kolay değil...
Ama öte yandan ne Parlamenter Sistem ne de Başkanlık Sistemi, uygulandıkları her ülkede aynı sonucu aynı randımanı vermiyor işte... Bu o ülkenin jeopolitiğinden, kavşağında buluşmuş kültürlerinden, vatandaşlarının rengarenk yapısından (tersi de olabilir durağan yatışmış benzeşen bir sosyolojisi de olabilir o toplumun), hatta bazen duygusal dünyalarından, mizaçlarından, hayata ve dünyaya bakışlarından, hayatı ve dünyayı yaşamak deyince anladıklarından apayrı şeyler değil kuşkusuz...
Bunların hukukla siyasetle veya yeni anayasa ile ne ilgisi var şimdi dediğinizi duyar gibiyim...
Toplumsal hikaye dediğimiz şey şu:    
En başta iktibasçı yaklaşımlarla bugüne kadar gelmiş hukuk mecramızın  sadra şifa olamadığını fark edelim. “On yılda 15 milyon genç yarattık” ama Kürt sorununu hala çözemedik o kadar da ileri yasaları iktibas ettiğimiz halde mesela...
İktibasçılık bir bakıma fabrikasyon pratikliği anımsatır. Bizdeki kodifikasyon süreci, bu yöntemi benimsemiştir. İsviçre, İtalya, Fransa yasaları, hasbelkader (hasbelkader sözü hocamız Prof. Sungurbey’e ait) dilimize çevrilip adeta bir modernizasyon murad edilmiştir. Aceleyle beklenen toplumsal değişim dönüşüm için, hukuk sağlamaktan çok, devlet tarafından inşa edilecek yeni bireye yönelik normatif bir kalkan işlevi gören bu yasalaştırma zihniyeti...
Bizim Türkiye tipi Başkanlık Sistemi derken geçirdiğimiz tarihi tecrübede en önemli, canımızı en çok yakan iki temel sorun işte bu vesayet algısıdır...
Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının dönemin Milli Mücadeleye has zorlu şartları çerçevesinde oluşturdukları otoriter tarz, zaman içinde milli güvenlik işlevini üstlenen kadrolarca tevarüs edilmiş, bu durumsa değişik dönmelerde cuntalaşmaya açık bir vasatı doğurmuş, hantallaşmış merkez/taşra ilişkisinden doğan bürokratik vesayet devlet içinde devlet mesafeleri doğurarak bireyin iyice yalnızlaşmasına yol açmış, son kertedeyse legal görünümlü illegal/paralel yapılanmalar aracılığıyla siyaset dışı odakların baskısıyla, ülkeye nefes aldırmayacak hale gelinmiştir...
1. Otoriter normatif yapılanma... 2. Askeri cunta darbelerine açık olma... 3. Paralel devlet yapılanmasına imkan tanıyan, kuvvetler ve kurumlar arası ilişki... Türkiye tipi Başkanlık Sistemi’ni bu üç önemli handikapı aşmak için konuşuyoruz. Devam edeceğiz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GERİ GELSİN O GÜNLER ANNE

KARİYE CAMİİ-İKİNCİ AYASOFYA

BİR GÜN BIR ÖĞRETMEN

BUNU MU İSTİYORSUNUZ!!!

AHLAT