‘Eskiden karpuz idik, şimdi döndük biz hıyara’

Salih Tuna
Salih TUNA
Yeni Şafak
06.04.2016

AKP'li fırıldaklarla “kripto cemaatçiler” sağda soldaTürkiye'nin eskiden çok demokrat, çok özgürlükçü, velhasıl, çok kuşatıcı olduğunu ama şimdi her şeyin mahvolduğunu söylüyorlar.

ABD ve AB'yle eskiden yağ baldık, şimdi en hafif tabirle, limoni olduk…

Bölge ülkeleriyle eskiden gül gibi geçiniyorduk, arkamızı kollar hale geldik…

Hele içerde, eskiden adeta her gün bayramdı; birbirimizi sevmelere doyamıyorduk ama artık öyle mi ya, çok kutuplaştık, nerdeyse birbirimizi yiyeceğiz...

Üç aşağı beş yukarı böyle diyorlar.

Peki, “eskiden” dedikleri nedir, dahası ne kadar eskidir; başka bir ifadeyle, Türkiye hangi tarihten itibaren kötüye gitmeye başlamıştır?

Herhangi bir tarih vermiyorlar.

Halbuki, benzer eleştirileri dillendiren Ahmet Altan veya Cemal Hasan familyası gayet net bir şekilde tarih veriyor, 2011'den sonrasını işaret ediyorlardı.

Peki, 2011'den sonra ne oldu?

Ne oldu da, Ahmet Altan'ın, “onun gibi bir lider var mı dünyada” diyerek yere göğe sığdırmadığı Erdoğan, birden bire otoriterleşti?

Ne oldu da Türkiye demokrasiden uzaklaştı, çağdaş dünyadan koptu, komşularıyla arası bozuldu?

Olan şudur: 12 Eylül referandumuyla “teknik nakavt” aşamasına gelen “Paralel Devlet Örgütü'nün (PDY) tekerine Erdoğan çomak sokmuştur.

İlk çomağı, 7 Şubat 2012 MiT krizindeki duruşuyla, ikinci çomağıGezi tertibine teslim olmamakla, üçüncü çomağı dershaneleri kapatma kararıyla, dördüncü çomağı da 17- 25 Aralık ihanet darbe girişimini deşifre etmekle sokmuş oldu.

AKP'li fırıldaklar ve “kripto cemaatçiler” ezik oldukları için Cemal Hasangiller gibi net tarih vermiyorlar; lakin, söylem benzerliğinden aynı tarihi işaret ettikleri sonucunu çıkartmak mümkün.

Daha açık konuşalım: Bu muhteremlerin övdükleri ve haliyle özlemini duydukları dönem AK Parti ile “The Cemaat”in yan yana olduğu dönemdir.

Fakire soracak olursanız, AK Parti'nin “The Cemaat” ile ilişkisinin 2011'den itibaren neden koptuğu değil, 2011'e kadar neden ve nasıl birlikte oldukları sorgulanabilir, ama konumuz bu değildir.

Şu kadarını söyleyelim: Türkiye'nin verilmiş sadakası varmış da, gazeteci Fehmi Koru'nun mektuplu “uzlaşma” girişiminden bir sonuç çıkmamış.

Yoksa halimiz nice olurdu?!

Gerçi halimizin nice olacağını AKP'li fırıldakların “eskiden” diyerek övdükleri o döneme bakarak tahmin etmek zor değil.

İsterseniz şöyle bir bakalım o dönemde neler oluyordu; huzur ve esenlikten geçilmiyor muydu?

TSK'ya operasyon üstüne operasyon yapılıyor, “kozmik odalara” giriliyor, casusluk kumpasıyla “mülâanecilerin” önü açılıyordu. “Otonom yapı” istediğine istediği kulpu takıyor; kulüp yöneticileri terör örgütü üyeliğinden, dinler arası diyaloga karşı çıkan “din adamını” seks tacirliğinden, kendilerini deşifre eden sağcı emniyetçiyi komünist örgütü mensubu olmaktan, genelkurmay başkanını silahlı terör örgütü kurmaktan içeri tıkıyordu.

“The Cemaate” dokunan gazeteciler yanarken, Dumanlı Ekremgibiler de “ayar” veriyordu: “ Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık... psikolojik harbin birer parçası mıydı… bu ülkede her gazeteci, gazeteci değil… Karanlık odakların, belli bir amaca yönelik dikte ettirdiği kitaplar tabii ki örgütlü bir suç (…) Bu suça ortak olmak gazetecilikse, yerin dibine girsin böyle gazetecilik anlayışı!” (7 Mart 2011, Zaman)

Akademisyenlerden Büşra Ersanlı içeri atılıyor, Ferhat Kentelmahpus damına düşmemek için naçar “kontak” kurmaya çalışıyordu.

Paralel örgüt enva-i çeşit şantaj ve tehditlerle hedefe koyduklarını tarassut altında tutuyor, bir gün işimize yarar düşüncesiyle de herkesi dinliyordu.

Telefonla konuşmaya bile korkuyorduk. Bu vahim durumu ironik bir şekilde dile getirmek için o dönemde kaleme aldığım bir yazıyı şöyle nihayete erdirmiştim: “Bu yazıda anlattıklarımı telefondakonuşur muydum, inanın pek emin değilim.

Dış politikaya gelince: İran şeytanlaştırılıyor, dağdaki çobanlar İran ajanı ilan ediliyor; Suriye'ye girilsin diye de dönemin Zaman gazetesi lansman faaliyeti yürütüyordu.

Evvela Suriye'ye girmemizi istediler daha sonra da Erdoğan'ın Suriye ile savaşmak için can attığı yalanını ürettiler.

Oysa, Wikileaks belgeleri ortaya çıkardı ki, onca tazyike rağmen Suriye'ye savaş açmaya direnen Erdoğan'dı.

AB ile ilişkiler derseniz, zaten 50 yıldır kapısında bekletilmiyor muyuz? En azından şimdi vizesiz seyahat aşamasına gelindi. Efendim, “mülteci sorunu” sayesinde olmuş bu. Yahu olsun, zaten menfaati olmasa Avrupa'nın yaralı parmağa işediği görülmüş şey mi?

Terör sorunu derseniz, buyrun emniyet eski müdürlerinden Hanefi Avcıya kulak verelim: “1984-1992 yılları arasında bölgede görev yaptım. O dönemde de PKK'nın elinde aynı silahlar vardı. Örgütün herhangi özel bir yığınak yapmasına gerek yoktu (…)Paralel Yapı, bölgedeki terör, istihbarat ve kaçakçılık birimlerini kendilerine bağladı. Türkiye'de devlet yapısını bozdular. Devletin tüm istihbaratını kendi ellerine geçirip, devletten çok kendilerine çalışır hale getirdiler. Şimdi bu konuda oldukça zahmetli ve sıkıntılı bir süreç yaşanıyor. Bunların hepsi onların bıraktığı kötü mirasın eserleridir. Devlet halen bunların enkazını kaldırmaya çalışıyor...

Demem o ki, AKP'li fırıldaklar ve “kripto cemaatçiler” boşuna çenelerini yormasınlar.

Bu saatten sonra onlara kimsecikler inanmaz.

Zaten” kriptoların” derdi ne demokrasi, ne basın özgürlüğü, ne şu ne bu.

The Cemaat'in önü açılsın, Türkiye'yi anında özgürlükler ülkesi ilan ederler.

“Fırıldaklara” gelince, bize maval okumasınlar. Devrin sefasını süren de onlar, ballı emekli maaşı alanlar da.

Bir sabah kalktım ki muhalif oldum” halleri yeterince trajikomik, daha fazla zorlamasınlar.

Ya (bir gazetenin haber müdürüne) “Sen o haberi yapmasaydın, belki ben hâlâ bakandım!” diyen AKP'li Kültür eski BakanıErtuğrul Günay kadar açık sözlü olsunlar.

Ya da merhum Cem Karaca'nın, “Eskiden karpuz idik şimdi döndük biz hıyara” şarkısını terennüm etsinler.

Öyle müstağni ayaklarına yatıp da daha fazla kendilerini iptizale uğratmasınlar.
Salih TUNA
Yeni Şafak
06.04.2016





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GERİ GELSİN O GÜNLER ANNE

BİR GÜN BIR ÖĞRETMEN

AHLAT

KARİYE CAMİİ-İKİNCİ AYASOFYA