Bir Şeyhülislamın torununu güzellik yarışmasına katmak için nasıl seferber oldular?

 

Bir Şeyhülislamın torununu güzellik yarışmasına katmak için nasıl seferber oldular?

1932 Temmuzunda Türkiye, Ağustosunda ise Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis’in bir Osmanlı Şeyhülislamının torunu olduğunu biliyor muydunuz? Belki bilmiyordunuz ama onu hem içeride hem de dışarıda seçtirenler biliyor ve onu seçtirmek için seferber oluyorlardı. 


Güzellik yarışmalarının biri biter, öbürü başlar; günümüzde bu yarışmalar endüstri haline getirilmiş durumda. Ne endüstrisi mi? Gıda malzemesi lazım eğlence endüstrisine, aynı zamanda kadının metalaştırılması, piyasa değerinin belirlenmesi ve başka heveslilerin teşviki gibi iğrenç bir gayeye de –gizli saklı değil, alenen, hem de neonların altında- hizmet etmekte. 

Sarah Banet-Weiser’in The Most Beautiful Girl in the World adlı kitabının arka kapağından bir iktibasla giriş yapalım: “Kitap kadın bedeninin milli bir beden yapılması sürecinde yarışmacıların nasıl keşfedildiğini ve kendilerini nasıl keşfettiklerini ortaya koyuyor.” 

Burada kadın vücudunun milletin vücuduyla özdeşleştirildiği dikkatinizden kaçmamış olmalı. Peki, neden erkeklerin vücudu değil de kadınların vücudu temsil etsin bir milleti? Neden güzel olmak zorundadır bir “millet”? Sonra neden “genç” olmak kırbacı altında inlemektedir? Seçilen güzelin o milletin ve bir aşama sonrasında dünyanın en güzeli olduğuna kim karar vermektedir? Bu işin kurtları veya kartları, değil mi? O kart kurtların günümüzde kimler olduğunu ve kadın (ve best model yarışmalarında erkek) yarışmacılara ne tür iğrenç teklifler ve tacizlerde bulunduklarını televizyonlardan biliyorsunuz.
Peki, 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği yarışmada kim seçmiştir Türkiye Güzeli’ni? (Türkiye güzelini seçmek bir gazetenin işi mi yahu? Diye saf saf sormayalım lütfen, zira Cumhuriyet’in arkasında devletin olduğunu bilmiyor olamazsınız.) “Güzellik uzmanı” jürimiz hakkında bir fikir vermesi bakımından şu ilginç isimleri zikretmemiz lazım: “Şair-i azam” diye bilinen Abdülhak Hamit (Tarhan), şair Ahmet Haşim, şair ve yazar Cenap Şahabettin, Aşk-ı Memnu romanının yazarı Halit Ziya (Uşaklıgil) ve belki inanmayacaksınız ama yarışmacı kızları ellerinden tutarak davetlilere takdim eden Peyami Safa!!! (Muhafazakâr kesimin sahip çıktığı Peyami Safa’nın 1950’lerden sonraki imajı tamamen farklıdır.)

Ne güzel, değil mi? Devrin namlı edebiyatçıları oturmuş Türkiye Güzeli’ni seçiyor. Ahmet Haşim gerçi Keriman Halis’e oy vermemiştir ama 80’lik Abdülhak Hamit’in gözdesi odur. Sebebini soruyorlar. Şair-i azamın cevabı evlere şenliktir: 

“Ben Keriman Halis hanıma şu veya bu tarafını güzel bulduğum için rey vermedim. Onu, heyeti umumiye (bütün) itibariyle güzel bulduğum için böyle yaptım. (…) Keriman hanımın, ince, heykel gibi, saf, dolgun fakat şişman olmayan bir vücudu var. Sonra gözleri alan pudrasız, makyajsız bir ten. Kaş bükası, ruj vs. gibi sun’ilikler yok. Sarı saçların yumuşaklığına malik siyah, gölgeli saçlar… Sıhhat fışkıran, adeta çiçek açmış bir bahçe hissini veren bir yüz. (…) Hem okşayıcı, hem de vahşi bir bakışı olan bu gözler…”

Üstad kaptırmış kendini kızın güzelliğine, şiir yazıyor sanırsınız ama jüri üyelerinin bakışı asıl niyetler yanında bir bebeğin ıngası kadar masum kalır. 

Nasıl seçildi?

1932 yılı Türkiye Güzellik Yarışması son derece garip bir şekilde cereyan etti. Malum gazete yarışmayı ve fotoğraf gönderen adayların resimlerini günler boyunca birinci sayfadan duyurmasına rağmen beklenilen evsafta aday çıkmadı. Bir ara jüri toplanıp bir adayı Türkiye Güzeli seçti ama işin arka planında başka bir kulis baş döndürüyordu. Seçim iptal edildi. Bir şey bekleniyordu ama ne? 

Kestirmeden söyleyeyim: Beklenen bir aday vardı, o da Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi’nin (1795-1881) torunu Keriman Halis’ti. 

Lakin aileyi ikna çabaları başarılı olmamış, Keriman Halis ilk yarışmanın yapıldığı salona kadar gelmiş ama sahneye çıkmaya cesaret edemeden kaçıp gitmişti. 

Bunun üzerine adaylardan bir hanım Türkiye Güzeli seçilmişti ama kuş da kafesten kaçmıştı. Sonuçtan kimse memnun değildi. Belli ki bir yerlerden dayatılan adayın seçilmesi isteniyor ama kız ve ailesi bir türlü ikna edilemiyordu. 

Çünkü üzerlerine gidilen Çerkes güzeli Keriman Halis ve ailesi (özellikle babası) kızlarının “adının çıkması”ndan endişe ediyorlardı. Ne de olsa 1932 yılındayızdır ve bir kızın adının dile düşmesi kız için de, ailesi için de yüz kızartıcı bir ayıptır.


Yeni Akit Logo
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan

yeniakit@yeniakit.com.tr
2021-11-07 03:06:00
Bir Şeyhülislamın torununu güzellik yarışmasına katmak için nasıl seferber oldular?

 - 
 

1932 Temmuzunda Türkiye, Ağustosunda ise Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis’in bir Osmanlı Şeyhülislamının torunu olduğunu biliyor muydunuz? Belki bilmiyordunuz ama onu hem içeride hem de dışarıda seçtirenler biliyor ve onu seçtirmek için seferber oluyorlardı. 

Güzellik yarışmalarının biri biter, öbürü başlar; günümüzde bu yarışmalar endüstri haline getirilmiş durumda. Ne endüstrisi mi? Gıda malzemesi lazım eğlence endüstrisine, aynı zamanda kadının metalaştırılması, piyasa değerinin belirlenmesi ve başka heveslilerin teşviki gibi iğrenç bir gayeye de –gizli saklı değil, alenen, hem de neonların altında- hizmet etmekte. 

Sarah Banet-Weiser’in The Most Beautiful Girl in the World adlı kitabının arka kapağından bir iktibasla giriş yapalım: “Kitap kadın bedeninin milli bir beden yapılması sürecinde yarışmacıların nasıl keşfedildiğini ve kendilerini nasıl keşfettiklerini ortaya koyuyor.” 

Burada kadın vücudunun milletin vücuduyla özdeşleştirildiği dikkatinizden kaçmamış olmalı. Peki, neden erkeklerin vücudu değil de kadınların vücudu temsil etsin bir milleti? Neden güzel olmak zorundadır bir “millet”? Sonra neden “genç” olmak kırbacı altında inlemektedir? Seçilen güzelin o milletin ve bir aşama sonrasında dünyanın en güzeli olduğuna kim karar vermektedir? Bu işin kurtları veya kartları, değil mi? O kart kurtların günümüzde kimler olduğunu ve kadın (ve best model yarışmalarında erkek) yarışmacılara ne tür iğrenç teklifler ve tacizlerde bulunduklarını televizyonlardan biliyorsunuz. 



“Türk ırkının güzelliği”


Peki, 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği yarışmada kim seçmiştir Türkiye Güzeli’ni? (Türkiye güzelini seçmek bir gazetenin işi mi yahu? Diye saf saf sormayalım lütfen, zira Cumhuriyet’in arkasında devletin olduğunu bilmiyor olamazsınız.) “Güzellik uzmanı” jürimiz hakkında bir fikir vermesi bakımından şu ilginç isimleri zikretmemiz lazım: “Şair-i azam” diye bilinen Abdülhak Hamit (Tarhan), şair Ahmet Haşim, şair ve yazar Cenap Şahabettin, Aşk-ı Memnu romanının yazarı Halit Ziya (Uşaklıgil) ve belki inanmayacaksınız ama yarışmacı kızları ellerinden tutarak davetlilere takdim eden Peyami Safa!!! (Muhafazakâr kesimin sahip çıktığı Peyami Safa’nın 1950’lerden sonraki imajı tamamen farklıdır.)

Ne güzel, değil mi? Devrin namlı edebiyatçıları oturmuş Türkiye Güzeli’ni seçiyor. Ahmet Haşim gerçi Keriman Halis’e oy vermemiştir ama 80’lik Abdülhak Hamit’in gözdesi odur. Sebebini soruyorlar. Şair-i azamın cevabı evlere şenliktir: 

“Ben Keriman Halis hanıma şu veya bu tarafını güzel bulduğum için rey vermedim. Onu, heyeti umumiye (bütün) itibariyle güzel bulduğum için böyle yaptım. (…) Keriman hanımın, ince, heykel gibi, saf, dolgun fakat şişman olmayan bir vücudu var. Sonra gözleri alan pudrasız, makyajsız bir ten. Kaş bükası, ruj vs. gibi sun’ilikler yok. Sarı saçların yumuşaklığına malik siyah, gölgeli saçlar… Sıhhat fışkıran, adeta çiçek açmış bir bahçe hissini veren bir yüz. (…) Hem okşayıcı, hem de vahşi bir bakışı olan bu gözler…”

Üstad kaptırmış kendini kızın güzelliğine, şiir yazıyor sanırsınız ama jüri üyelerinin bakışı asıl niyetler yanında bir bebeğin ıngası kadar masum kalır. 


Nasıl seçildi?

1932 yılı Türkiye Güzellik Yarışması son derece garip bir şekilde cereyan etti. Malum gazete yarışmayı ve fotoğraf gönderen adayların resimlerini günler boyunca birinci sayfadan duyurmasına rağmen beklenilen evsafta aday çıkmadı. Bir ara jüri toplanıp bir adayı Türkiye Güzeli seçti ama işin arka planında başka bir kulis baş döndürüyordu. Seçim iptal edildi. Bir şey bekleniyordu ama ne? 

Kestirmeden söyleyeyim: Beklenen bir aday vardı, o da Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi’nin (1795-1881) torunu Keriman Halis’ti. 

Lakin aileyi ikna çabaları başarılı olmamış, Keriman Halis ilk yarışmanın yapıldığı salona kadar gelmiş ama sahneye çıkmaya cesaret edemeden kaçıp gitmişti. 

Bunun üzerine adaylardan bir hanım Türkiye Güzeli seçilmişti ama kuş da kafesten kaçmıştı. Sonuçtan kimse memnun değildi. Belli ki bir yerlerden dayatılan adayın seçilmesi isteniyor ama kız ve ailesi bir türlü ikna edilemiyordu. 

Çünkü üzerlerine gidilen Çerkes güzeli Keriman Halis ve ailesi (özellikle babası) kızlarının “adının çıkması”ndan endişe ediyorlardı. Ne de olsa 1932 yılındayızdır ve bir kızın adının dile düşmesi kız için de, ailesi için de yüz kızartıcı bir ayıptır.


Belki de dediğime inanmadı birileri, ‘yok canım, o kadar da olmaz’ dedi. Peki, günah benden gitti. İşte size Keriman hanım Dünya Güzeli seçildikten sonra büyükannesinin bir gazeteciye itirafı:

“Keriman Avrupa’ya giderken gizlice annesine demiş ki: ‘Aman anne, evvelce ben çok kapalı idim, Şimdi bu müsabakayı kazanınca dünya beni tanıdı. Adım çıkmadan beni ilk isteyene verin.’” (Akşam, 7 Temmuz 1932)

Yarışma iptal edilip yeniden yapılacaktır gerçi ama Keriman ve ailesi hâlâ ikna edilememektedir. Bunun üzerine aile dostları devreye sokulur ve kendilerine kızlarının Türkiye Güzeli seçileceği garantisini verirler. Seçilemezse ismi ilan edilmeyecek, Keriman’ın yarışmaya katıldığından asla kimse haberdar olmayacaktır. 

Neticede ısrar ısrar üstüne… garanti üstüne garanti verilir ve nihayet ikna edilen Keriman Halis salona muzafferane bir edayla getirilip seyircilere takdim edilince jüri üyeleri (iki üye hariç) çoğunlukla onu seçer. 

Bu adeta danışıklı dövüştür. Emir demiri kesmiştir velhasıl. 

Ertesi ay Belçika’nın Spa şehrinde yapılacak Dünya Güzellik Yarışması’na katılan ve orada da adeta Türk güzeli gelmeden yarışmayı başlatmayan ve sık sık telgraflarla ‘Türk güzeli ne zaman seçilip de buraya gelecek?’ diye sorup duran ilginç bir komite vardır karşımızda. Şeyhülislam torunu Keriman Halis nasıl Türkiye’de danışıklı dövüş kabilinden bir seçimle seçilmişse Belçika’daki yarışmada da aynı şekilde büyük danışıklı dövüş sonunda Dünya Güzeli seçilir ve Türkiye’nin İngiliz denetimindeki Cemiyet-i Akvam’a katılışının üzerinden bir ay geçmeden Avrupa ailesinin bir parçası olduğu böylece tescil edilir. 

Ne de olsa artık ülkenin İslamiyet ile bağının koptuğu bu “milli beden” ile dünyaya teşhir edilmiş ve Batılılaştığımız veya modernleştiğimiz dünyanın gözünde tescil edilmiştir. 

Ertesi yıl yine bir güzellik müsabakası yapılır ama dedikodular mide bulandıracak noktaya gelir ve yarışmalar iptal edilir. Maksat hasıl olmuştur ne de olsa.  
Mustafa ARMAĞAN 07.11.2021
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUNU MU İSTİYORSUNUZ!!!

CEVİZ KURDU

KARİYE CAMİİ-İKİNCİ AYASOFYA

MEĞER TAKSİM NEYMİŞ ÖYLE!!!

BİRİ DE TÜRKİYE