Ocak 25, 2016

Biden okulu bombalanan çocukla da konuşsaydı

Biden okulu bombalanan 

çocukla da konuşsaydı

Bizimkilerde hep böyle bir yamulma vardır. En anti-emperyalist olanı bile, eğer kendisine koruma sağlayacağına inanmışsa, en emperyalist olanı yardıma çağırır: 
- Gel benim devletimi döv, beni kurtar! der.
En emperyalist olan da kendi yaptıklarından hiç utanmadan gelir, o yamulma şampiyonlarını dinler, “Vah vah, der, çok üzüldüm, sizi anlıyorum.” Sırtlarını sıvazlar bazılarının, “Babanız kahramandı” der kimilerine.
Biri, “Go Home” zamanlarını hatırlayıp, sormaz ona:
- Ebu Gureyb’de ne oldu, utanmıyor musunuz orada olanlardan? Guantanamo işkencelerini ne yaptınız?
Sorulmaz, ayıptır değil mi, emperyaliste emperyalizmin bedellerini sormak?
Bakıyorum, basbayağı ümitlenmişler Joe Biden’ın kendilerini davet etmesinden. Bakıyorum, Biden çıkacak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ya da Başbakan Davutoğlu’na, orada Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun kulağını çekecek! Ne ümit ne ümit! Patrondan tırpan yiyen basın emekçileri patronu dövemeyince Cumhurbaşkanını dövecek Amerikan sopasıyla. Bunun da gerekçesi hazır: Özgürlükler söz konusu olduğunda milli gurur vs dikkate alınmaz! Hatta kendi ülkenizi dövdürmek gerektiğinde dövmesini istediğiniz odağın mesela terör karşısında hukuk - mukuk dinlemiyor olması da dikkate alınmaz.
Şu Amerikan diplomatik misyonuna bakın siz.
Kimlerle buluşturmuş-konuşturmuş ABD Başkan Yardımcısını?
Türkiye’yi bunlar temsil ediyor değil mi!?
Bir de Cizre’ye hendek kazanlarla buluştursaydı değil mi? Ne de olsa hendek kazmanın mantığını da anlatırlardı Başkan Yardımcısına.
Düşünüyor musunuz, şimdi Biden dinledi o kendi ülke yönetimini jurnal eden vatandaşları, gidecek Amerika’ya, başkan Obama’ya “Ben Türkiye’yi dinledim” diyecek!
- Kimi dinledin?
Kadri Gürsel’i, Aslı Aydıntaşbaş’ı, Ceyda Karan’ı...  
- Helal olsun, aferin sana, sen bütün Türkiye’yi dinlemişsin arkadaş, nasıl başardın bunu?
Şu Amerikan diplomatik misyonuna bakın siz.
Türkiye’yi bildirici akademisyenlerden ibaret sanıyor.
Üstelik, Türkiye gerçeğini de bildirici akademisyenlerin yazdıklarından ibaret sanıyor.
“Devlet Kürtlere ve bölge halklarına katliam uyguluyor, bilinçli sürgün gerçekleştiriyor!”
Amerika bunu mu görecek “Türkiye gerçeği” adına?
Demek ki boşuna değil Amerika’nın İslam coğrafyası dendiğinde çuvallıyor olması.
Demek ki bu yüzden biz Şırnak’ta bir hendekte Amerikan yapımı insansız hava aracının parçalarını buluyoruz.
Demek ki bu yüzden Amerika, “PKK’yı terör örgütü olarak nitelerken onun cellat başlarının yönlendirdiği PYD’ye farklı muamele yapma çelişkisi”ni dengeli politika olarak görebiliyor.
Amerikan diplomatik misyonu, Türkiye halkının teröre lanet okuyan çok çok büyük çoğunluğunu ıskalamayı diplomasi zannediyorsa çıldırmış demektir.
Karne günü PKK okul bombaladı.
Biraz basiret olsaydı Amerikan diplomatik misyonunda, Biden’ı bu okulu bombalanan çocuklardan birisi ile buluştururdu. Ya da hastaneye götürülürken ambulansı kurşunlanan bir Cizreli ile... Ne bileyim ben, PKK terörüne boyun eğmeyip memleketinden göç etmek zorunda kalan Kürtlerle... Eşi Sur’da Kanas’la vurulan bir güvenlik görevlisinin eşi ile, onun babasının cenazesi ardından yaşlı gözlerle bakan bir çocuğu ile...
Amerika çuvalladı bölgede... İşin gerçeği bu. Mülteci meselesinde gıkı çıkıyor mu Amerika’nın? Avrupa, kapıları mülteciler tarafından zorlanınca uyandı ve Türkiye’ye “Bu işi görüşmemiz lazım” çağrısında bulundu. Amerika henüz yok ortada. Mülteci konusunda Amerika’ya hiçbir bedel düşmüyor mu? Suriye’de hem var hem yok. Rusya ile birlikte ne yapıyor belli değil. Rusya Suriye’yi tanzim ediyor, sivil alanları bombalıyor Amerika hem var hem yok!
Biden’la masaya asıl bunlar yatırıldı dün Başbakan’la görüşmesinde.
Nitekim, görüşmeden sonra Biden’la yapılan ortak basın toplantısında Başbakan, diplomatik üslup içerisinde içerde bir gün önceki buluşmalardaki sakatlıklar da dahil, Suriye, Irak ve bölgesel meselelerde Türkiye’nin tavrının çok net anlatıldığını bildirdi. Buna PKK-PYD iç içeliği ve “Sizin ülkenizde bir kasabada hendekler kazılsa ne yapardınız?” sorusu dahil.

Ahmet Taşgetiren Star 24.01.2016

Ocak 22, 2016

Çayır Biçiyom Çayır ;)

İman Varsa İmkanda Vardır. Helal olsun.

Turgut Özal 3Temmuz 1988 de 2. köprünün (FSM) açılışını yapıyor

Hendekler ve bildiriler, 1919’un hesabını görmek için...

Hendekler ve bildiriler, 

1919’un hesabını görmek için...

1128 Akademisyenin 11 Ocak’ta, “bu suça ortak olmayacağız” başlığı ile yayınladıkları bildiride tam ne denildiğini bir daha hatırlayalım. Bu akademisyenler aynen şunu diyorlar:
1. Türkiye Cumhuriyeti; Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde kendi vatandaşlarına karşı kasıtlı ve planlı kıyım uygulamaktadır. Bu, Türkiye’nin kendi hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir. 2. Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. 3. Uluslararası gözlemcilerin rapor tutmasını istiyoruz. 4. Yapılan katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyoruz.
Bu bildirinin iki problemi var: Bir, tek taraflı bir bildiri. Akademisyenler; PKK teröründen, şehit edilen asker ve polislerimizden, yakılan, yıkılan cami ve okullardan, evlerinden çıkamayan masum vatandaşlardan, onların evlerinin silah ve çatışma üssü haline getirilmesinden, hendeklerden, yollara kurulan el yapımı patlayıcılardan, kısacası güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele veren yüzlerce teröristten hiç bahsetmiyorlar. İki, Türkiye’yi Esed rejimine benzetiyor, kendi halkına kıyım ve katliam yapmakla suçluyorlar. Ayrıca Türkiye’yi bir müstemleke ülkesi gibi görüyorlar.
Bu şekliyle bildiride akademisyenler yalan söylemekte, bölgede asayişin, kamu güvenliğinin sağlanması için yapılan meşru mücadelenin karşısına dikilerek, teröre destek veriyor, teröristleri masum gösteriyorlar. Bölgede halk ile güvenlik güçleri çatışmıyor ki. Halkın elinde silah yok ki. Teröristin elinde silah var. Yani bu akademisyenler, “insanlar ölmesin” diye değil, “PKK’lı teröristler ölmesin” diye bildiri yayınlıyor.
Bu bildiri açıklandığı gibi kalmadı. Başta ABD ve Avrupa Birliği tarafından, resmen düşünceyi açıklama özgürlüğüne sokuldu. Çok basit bir soru; acaba Avrupa ülkelerinde ve ABD’de, Türkiye’de yaşanan gibi bir silahlı isyan olsaydı, tuzaklarla, suikast silahlı ile asker-polis öldürülseydi, bir kısım akademisyen de bunları destekleyip, hükümetleri kıyım/katliam yapmakla suçlasaydı, “rahatsız edici de olsa ifade özgürlüklerini kullanılıyorlar” denir miydi? ABD ve AB yöneticileri ellerine vicdanlarına koysunlar diyeceğim ama bu konuda onlara ait o kadar çok çifte standart örneği var ki...
Mesele düşünce özgürlüğü, demokrasi falan değil. Suriye’de ve Irak’ta yaşananlardan istifade ile Türkiye’de vatan toprağı üzerinde bir bağımsız Kürt Devleti kurulması meselesidir. Selahattin Demirtaş bunu 27 Aralık 2015’te “Öz yönetim” kurma kararının alındığı Diyarbakır’daki Demokratik Toplum Kongresi’nde açıkça söyledi.
Bakınız bu akademisyenler 16 Ocak’ta ikinci bir bildiri daha yayınladılar. Bir hususun duyulmaması için tatlı su demokratları pek üzerinde durmadı.
İkinci bildiride şunu söylüyorlar: “Hendekler ve barikatlar denilen olay, bugünkü kargaşanın sebebi değildir. Kürtlere 1919’dan bu yana verilip tutulmayan sözlerin sonucudur...” Kastettikleri “Atatürk”ün Ekim 1919’da kararlaştırılan Amasya Protokolleri’nin gizli tutulan 2. Kısmında Kürtlere bağımsızlık sözü verdiği”dir. Aynı metinde, bu yöndeki ifadeden amacın, Kürtlere “bağımsızlık” vaat eden İngiliz politikasını etkisizleştirmek olduğu da yazılıdır.
1921 Anayasası’nın 11. maddesinde illere “mahalli işlerde” özerklik tanınıyordu. 1924 Anayasası’yla illerin özerkliği kaldırıldı. O akademisyenler ve onlara destek verenler bilsin ki dün İngiliz siyasetinin, bugün de ABD ve AB siyasetinin peşine takılmanın, dışarıdan medet ummanın bizim en önemli meselemizin çözümüne hiçbir faydası olmaz.
Bugün bulacağımız çözüm önemli. Kürt siyasi hareketi, KCK-PKK-HDP olarak, silahı bırakmayı kabul etmedikçe çözümden hiç bahsetmesinler. Devletimize boyun eğdiremeyeceklerini kabul etmedikçe sulh yolu açılmayacaktır. Aynı devlet çatısı altında, aynı vatanda birlikte yaşamanın dışında, demokratik anayasal zeminde toplumsal uzlaşmanın dışında bir yol yok...
İş dünyamızın mümtaz isimlerinden Mustafa Koç’a Allah’tan rahmet, Koç ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Hüseyin Gülerce Star 22.01.2016

Ocak 21, 2016

Demirel: Zammın Üstüne Otursaydım Çocuk Olurdu

Akademisyenler hangi kirli oyunun figüranı idi?

Akademisyenler hangi

 kirli oyunun figüranı idi?

Aslında bu akademisyenler bildirisi 7 Haziran sonrası hazırlanan planın bir parçası. Evdeki hesap çarşıya uymayınca senaryo çöktü. PKK’nın şehire indirdiği silahlı birlikler barikatlar kurarak, hendekler kazarak eylemi başlattılar. Hükümetin silahlı grubların belli bölgeleri kurtarılmış bölge ilanına karşı başlattığı operasyon hâlâ devam ediyor.. Bugün bu bildiri, artık çatışmayı sona erdirmek adına özerklik taleplerini destekleyen bir bildiri değil, güvenlik güçlerinin operasyonu karşısında köşeye sıkışan teröristleri kurtarmaya yönelik bir bildiriye dönüştü. Bunu yapanlar, teröristlere karşı bir şey demezken, bildirilerinde hükümeti suçlamaya devam ettiler.
Ne terör ve ne de bu bildiri toplumdan destek göremedi. PKK, PYD ve bu yapılara sırtını dayayan HDP ne dışarıdan, ne  Anadolu insanından, ne liberal kesimden, ne Kürt halkından beklediği desteği görmedi.
AK Parti tek başına iktidar oldu ve kararlı bir şekilde bu olayın üzerine gitti. Aleviler ve solcular da bu süreçte HDP’nin yanında yer almadılar.. Basın ve STK’lar da bu kirli ve kanlı olaya destek vermedi.
Bugün HDP artık suç odağı haline gelmiş bulunuyor. HDP kapatılmasa bile, bazı milletvekillerinin milletvekillikleri düşürülebilir ve bunlardan bazıları da hapse girebilir.. HDP’de boşalacak koltuklar için yapılacak bir ara seçimde bu gerçekler ışığında HDP barajı aşamayabilir.. Yani mecliste grubunu kaybedebilir. Bunun sonucu, AK Parti yeniden mecliste anayasal çoğunluğa ulaşabilir.
Yani bu işin sonunda HDP ve paralel yapı Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir.. Paralel yapı bir de terör örgütüne yardım ve yataklıktan sanık durumuna düşebilir.. İktidarı terörle ve yolsuzlukla suçlayıp, sanık sandalyesine oturtmak isterken, kendileri yolsuzluk ve terör örgütüne yardım ve yataklıktan sanık sandalyesine oturtulabilir..
Paralel yapı bunu bildiği için bu günlerde boş durmayacak, fazla mesai yapacak.. AK Parti, Erdoğan ve Davudoğlu’na yönelik yeni komplolar tezgahlamaya, Erdoğan’la Davudoğlu arasında fitne çıkartmaya çalışacaklar. AK Parti’den kurtulmak için her yolu deneyecekler. Aslında AK Parti’yi ele geçirmek istiyorlardı. Olmayınca düşman oldular.
Uzun bir aradan sonra Fuat Avni’nin yeniden göreve çağrılması boşuna değil. Ama saldırmak için mecalleri de kalmadı. Çoğu kendini kurtarma derdinde. Henüz bir mali sıkıntıları yok, ama atık stoktan tüketiyorlar, şirketlerini, gayrimenkullerini satıyorlar. Amerika’daki bankaları üzerinden en azından finansal açıdan zaaf içinde olmadıklarını, vaziyeti kontrol ettiklerini göstererek kendi tabanlarında güven oluşturmaya çalışıyorlar.
AK Parti sonrasını planlayamayanlar şimdi Gülen sonrasını kendi aralarında kendi geleceklerini konuşmaya başladılar, ama bu konuda görüş birliği yok. Gülen’in yerine geçecek 2. bir adam olmaması örgütün adamlarını kara kara düşündürüyor..
Ve tabii, eğer ABD Gülen’i iade edecek olursa ne olacak.. Bu kolay değil, ama imkansız da değil. Bu konu da ABD’de bir iç politika sorunu haline de gelebilir. İrangate gibi, Watergate gibi bir skandala dönüşebilir bu olay.. Bu olay sadece bir örgütü değil, BOP çerçevesinde ilk etapta bölgedeki 22 ülkenin rejim, sınır ve iktidar yapılarını ilgilendiren bir sorun.. Bu İslam’a karşı sopa değil, havuç politikası idi ve 25 yılda, yüz milyarlarca dolara maloldu. Öyle hemen üstü örtülecek, tasfiye edilebilecek bir olay değil. 100’den fazla ülkede 1000’lerce okul, şirket, basın kuruluşu, dernek gibi organizasyon sözkonusu bu örgütle ilişkili... Bu konu Amerikan seçimleri sırasında gündeme gelebileceği gibi, seçimden sonra da gündeme gelebilir.
Paralel yapı sadece Türkiye’nin değil, ABD’nin ve hatta dünyanın başının belası. Bu iş İsrail’i de, Vatikan’ı da, Almanya, İngiltere, Fransa’yı da ilgilendiriyor.. Yani sadece Türkiye ile, Türkiye’de başlayıp biten bir olay değil. Hele Gülen’le başlayıp biten bir olay hiç değil. Gülen bu senaryonun taşeronu.. Darbe senaryoları, derin komplolar, istihbarat savaşları, terör, kayıtdışı ekonomi tekmili birden bu kirli oyunda sözkonusu. Hedef ülke tek başına Türkiye değil. Türkiye, pilot, rol model, mihver ülke.
Şunu da belirtmem gerek ki, tek bir paralel yapı yok.. Paralelcilerin başına gelenler, ötekilerin de gözünu korkutmuş olmalı ki, seslerini kestiler.. HDP’nin arkasındaki Nişantaşı cemaati de artık seslerini kıstı.. Kimse artık Ergenekon’un ya da paralelin gönüllü avukatlığına soyunmuyor. CHP, MHP desen kendi derdinde, bir de bu partileri, bugünkü hali ile, kendi tabanlarında ve sokakta ciddiye alan fazla kimse kalmadı. Bundan sonra da onlar için gelecek günler geçen günleri aratacak gibi.
Bugün artık paralel yapı PKK’nın, PKK paralel yapının umudu. Her ikisi de hayallerini gerçekleştirmek için AK Parti’den kurtulmayı hayal ediyor.
Bu konuda CHP de, MHP de aynı hayal ile avunuyor.. Gezi’deki koalisyon bugün bu anlamda akademisyen bildirisi ile yeniden canladırılmaya çalışılsa da, sonuç ortada..
AK Parti yürüyüşünü sürdürüyor.. Terör de paralel yapı da bitirilecek. Anayasa da değişecek, başkanlık sistemine de geçilecek, birileri istemese de.
Şimdi o bildiriye imza atanlar, bakalım direnebilecekler mi? O bildiriye imza atan başkaları çıkacak mı? Bu bildiriyi yazan “ben yazdım” diye ortaya çıkabilecek mi? Kimmiş bu zat bir görelim. Bu bildiriyi kimlere danışarak hazırlamışlar? Gerçek ortaya çıktığında bildiriye imza koyan saf birtakım akademisyenler pişman olacaklar ama korkarım geç kalacaklar.
Bu bildiri çok önceden hazırlanan bir eylem planının parçası idi.. Sureti haktan gözükseler de aslında bu haliyle terör örgütünün ameline hizmet eden bir bildiri idi ve bu işe sağ, sol, liberal, paralel herkesten birilerini bulaştırmışlardı. Tek ortak özellikleri vardı, Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı. Tezgah, hazırlayanların elinde patladı. Deşifre oldular. Plan geri tepti.
Derin global senaryo çöktü. 40 yıllık PKK ve 25 yıllık paralel örgüt birlikte çöktü. Her iki örgüt için de yolun sonu. Bugünden yarına hemen tasfiye olmayacaklar ama, artık bundan sonrası için gelecek günler geçen günleri aratacak onlar için. “Derin aile”nin kadrosunda “hoca efendiler” de var, “terör örgütleri” de.. Politikacısı da var, sermaye sahibi de, bürokratı, bilim adamı, sanatçısı da var.. Bunların vefası yok. Deşifre olup, iş göremez hale gelenlere merhamet etmezler. Bakalım bunları ne yapacaklar. Selâm ve dua ile..
Abdurrahman Dilipak Yeni Akit 21.01.2016

Ocak 20, 2016

Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'na Cevap: Namus ve şeref fukarası

Müslümün parçasını birde bu dayıdan dinleyin Bana Kara Diyenler

Kim, sana ne ihale verdi Kılıçdaroğlu?

Kim, sana ne

 ihale verdi 

Kılıçdaroğlu?

Kemal Kılıçdaroğlu'nun üslubundaki çirkinleşmeye ve çirkefleşmeye dikkat ediyor musunuz? Hakaret, seviyesizlik,hınç psikolojisi, öfke nöbeti, mahalle kavgası üslubu, adını ne koyarsanız koyun, bir dibe vurmuşluğu, bir tükenmişliği siz de farketmiyor musunuz?

Hakaretleri bile ısmarlama bir söylemden araklanmış. Suçlamaları bile bir projenin parçası. CHP Kongresi'ndeki “diktatör bozuntusu” ifadesi, dün yine benzer cümleleri tekrarlaması, önümüzdeki günlerde başlatılacak yeni tür savaşın ipuçlarına işaret ediyor. Anlayacağınız o kendi sözlerini söylemiyor, kendisine ihale edilen bir siyasi söylem için alıştırma yapıyor.

Bu üç değerden de yoksunsa ne yapsın!

Kişisel hıncı, seviyesiz üslubu, siyaset dili, iş tutuş tarzı derinlemesine bir sorgulanmaya muhtaç. Bunun psikolojiksebepleri olduğu kanaatindeyim. Bıraktık bir anamuhalefet partisini yönetecek birikimi, bıraktık Türkiye için siyasi tezler üretebilme kabiliyetini, bıraktık toplumsal öncü olma niteliğini, bu siyaset dilini kendine yediren kişinin psikolojisi gerçekten merak konusu.

Bir siyasetçi lider olabilmeli, olamıyorsa değer üretebilmeli onu da yapamıyorsa saygınlığa yatırım yapmalı. Bunu da beceremiyorsa, bu açığı kapatmak için hakaret ve küfürleresığınıyorsa gerçekten vahim bir durumdan söz edebiliriz.

Varacağı yer bir örgüt hücresidir

Bu üç değere de sahip olamayan siyasetçi, bu yönde çaba harcamak yerine böyle bir arayıştan vazgeçebiliyorsa o siyasetçi de, başında bulunduğu parti de hızla marjinalleşipiktidar hedefinden uzaklaşacak, er geç başka bir yapıya dönüşmek zorunda kalacaktır. Varacağı yeri tahmin etmek güç değil. Kılıçdaroğlu'nun siyasi kimliğini oluşturan faktörlere bakarsanız, bu gidişin sonu ya Kandil'dir ya da DHKP-C veya bir başka örgütün hücresidir.

Nasılsa artık bütün bu örgütler birleştirildi ve Türkiye'ye karşı ortak savaşa sokuldu. Nasılsa hemen bütün örgütleri içine alan yeni bir“Çatı” kuruldu. Nasılsa CHP içinde bazıları bu örgütlere üye ya dasempatizan. Onları ve eylemlerine, saldırılarına, Türkiye ile hesaplaşmalarına gizliden sempati duyuyor.

Nasılsa Kılıçdaroğlu'nun tavrı ve söylemi bu örgütlericesaretlendirecek unsurlar içeriyor. Siyasi kimliği ve kişiliği hiçbir zaman bu örgütlere karşı açıktan tavır alacak kadar cesur olmadı.CHP'yi örgütler çiftliğine dönüştürdü.

Beceriksizliğin örtüsü küfremektir

Terör ülkeyi kasıp kavururken, Güneydoğu'da bir tür işgal girişimiyaşanırken, Türkiye'yi Suriyeleştirme çabaları güç kazanırkenTayyip Erdoğan'ı hedefe koyup öfke pazarlayarak neyi kamufle ediyor sanıyorsunuz? Bir kez teröre, şiddete, ülkenin felçedilmesi fikrine açık tavır aldığı görülmemiştir. O hiçbir zaman Türkiye'nin ana eğilimlerine, hassasiyetlerine destek vermemiş, onlara yakın durmamış, endişelerini paylaşmamış her zaman uçlarda, tehlikeli cephelerde gezinmiştir.

CHP içi entrikalara girmiyorum bile. Beni ilgilendiren Türkiye'nin kurucu partisine bir şekilde genel başkan olan bir kişinin, Türkiye'nin ortak paydasından uzaklaşıp marjinal yapılara yakınlık duyması, onların yanında görünmesi talihsizliğidir. Böyle bir kişinin başında olduğu bir siyasi parti hiçbir zaman bu ülkede iktidar arayışının parçası olmayacaktır.

Devlet iktidarı, millet iktidarı yerine başka iktidar araçları ile anılacak, ve o siyasi partiyi hızla tüketip çölleştirecektir. Çünküsiyasi tükenmişliğin, üretememenin, kabiliyetsizliğin kamuflajı küfür, hakarettir. O, bunların arkasına sığınarak, hem bir yerlere yaranmaya çalışmakta hem de kendini korumaya almaktadır.

Yüz yıl sonra yine Türkiye korkusu..

Bu kadar yalan söyleyen, bu kadar palavra atan, siyasi seviyeyi böylesine düşüren adamın dilinin dolaşması ve “Allah'tan korkmuyoruz” gafına imza atmasına ne desek? Allah doğruyu söyletmiş mi desek!

“Diktatör bozuntusu” bir proje söylemdir. Bu söylemin nerelerden çıktığı, nasıl pazarlandığı, neyi amaçladığı biliniyor artık.Batı medyasında başlatılan ardından içeride bazı yazarlara servis edilen, Türkiye'ye yönelik en büyük baskı, yıldırmakampanyasının malzemesi haline getirilen bir söylem bu.

Türkiye'ye istediklerini yaptıramayanların, onu teslim alamayanların, onu istedikleri gibi yönlendiremeyenlerin, ona diz çöktüremeyenlerin yüz yıl sonra “Türkiye korkusu” yaşayanların paniğini yansıtan bir söz.

İki darbe girişimi ve hep o söylem

Gezi adı altında servis edilen sokak terörü ile darbe girişimi de işte bu çevrelerce hazırlanıp pazarlanmıştı. Erdoğan'ı devirip, o siyasi kadroyu tasfiye edip Türkiye'yi yeniden vesayet altına alacaklardı. O söylemi en çok kullanan kişiler o sokak terörüne en fazla destek veren hatta yöneten kişilerdir.

17 Aralık gibi, devlet içi istihbarat ağı üzerinden servis edilen darbe girişiminin amacı da Erdoğan ve bugünkü siyasi aklı, kadroyu tasfiye girişimiydi ve bir çokuluslu müdahaleydi. O söylemin, bu darbe girişimini destekleyen ve yönetenlerin en fazla kullandığı söylemolması da oldukça dikkat çekiciydi.

Çünkü iki darbe girişimi de, aynı çevrelerce geliştirilmiş, aynı hedeflere yöneltilmiş ve aynı söylemler üzerinden pazarlanmıştı. Bu ikisinden uzak görünüp de o söylemi kullananların büyük çoğunluğu aslında iki darbe girişiminin içinde de yer almaktadır, bir siyasi söylem ihalesi kapmışlardır.

Terör örgütleri de bu dili kullanıyor

Kılıçdaroğlu'nun bütün siyasi hesabını bu söylem üzerine kurması bu yönden sadece kişisel hınçla sınırlı değildir. Dikkat edin Demirtaş da aynı söylemi kullanmaktadır. Bu kişiler, ellerinde silah Türkiye'ye teröre boğanların sözcüleri bile aynı söylemi kullanıyorsaPKK'ya destek veren o bildiriye imza atanlar aynı söylemi kullanıyorsa, oturdukları yerde millete ayar veren“aydın” dokunulmazlığına sığınanlar aynı söylemi kullanıyorsa, PKK ve diğer terör örgütleri bile aynı söylemi kullanıyorsa bu işteki tuhaflığı siz de farketmiyor musunuz?

Türkiye karşıtı şer ittifakının siyasi söylemidir bu. İçinde her türlü yapıyı barındıran, ama ağırlıklı olarak terör üzerinden ülkeyi vuran bir dış müdahale söylemidir.

Kimin gücüyle had bildiriyorsun!

Bu yüzden Kılıçdaroğlu'nun agresifleşmesi, bu çirkin siyasi dile sarılması bir projedir. Muhtemelen yakında ağırlıklı olarak terör üzerinden, Türkiye'yİ çevreleyenler üzerinden yeni bir iç müdahale senaryosu sahnelenecek.

Yeni bir savaş başlatılacak.

Örgütler ortak hareket ettirilecek.

Bazı yazar-çizerler harekete geçirilecek.

Yine Erdoğan ve onun şahsında Türkiye'nin büyük yürüyüşü hedef alınacak. Gezi, 17 Aralık, “Terör”den sonra yeni çokuluslu müdahale başlatılacak.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu da bu yeni müdahalede örgütler gibi ihalealmaya soyunmuş, ısınma turlarına başlamış. Böyle giderse o da “iç işgal” girişiminin bir parçası olacak. Yüzde 52 oy almış bir Cumhurbaşkanı'na “had bildirme” tehdidi yapan bir adam, arkasına bu yüzde 52'den daha güçlü kimi almış olabilir.

Ama biz, o yüzde 52'nin tarih değiştirecek bir güç olduğuna inanıyoruz. Bunu sen de öğreneceksin Kılıçdaroğlu…
İbrahim Karagül 20.01.2016 Yeni Şafak