Çanakkale niçin geçilememişti?

Süleyman ÖZSAY
Yeni Akit
18.03.2016
Bugün 18 Mart. Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü. On dört ay boyunca hem karada hem de denizde cereyan eden, metre kareye düşen sekiz bin mermiyle tarihin en dar alanda yapılmış en kanlı savaşı unvanını taşıyan Çanakkale Muharebesinde, İngilizler ve Fransızlar yanlarına aldıkları Hindular, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar ile birlikte Çanakkale önlerine gelmişler ve boğazdan geçmek istemişlerdi. Onlar, Çanakkale’yi niçin geçmek istediler ve neden geçemediler?

Kendilerine ait hatıralarda yer alan şu ifadeler, herhalde Çanakkale önlerinde ne aradıklarını öğrenmek için yeterlidir. Evet, o gün onlar,“..savaş gemileri ile Çanakkale’yi geçip boğazları ve İstanbul’u alma hayaliyle gelirlerken, anı defterlerine şunları yazıyorlardı: ‘İki İngiliz savaş gemisi boğazdan geçtiği anda, Avrupa’da Türk devletinden iz kalmayacaktır. Son Haçlı seferlerinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hıristiyanlık alemi, Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 meş’um tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor. Buraya yığılan gemiler bir tek amaç için, belki de Hıristiyanlık aleminin Türklere karşı yapabileceği son Haçlı seferi içindir.’
 Savaş gemilerinden birinde bulunan bir başka asker ise yine arkadaşlarının hislerine tercüman olarak anı defterine şunları yazıyordu: ‘Bu, inanılmayacak kadar güzel bir şey. Talihimizin bize bu kadar yardım edeceğini hiç tahmin etmiyordum. Gidiyoruz. Galata kulesi 15 pusluk toplarımızla yerle bir edilecek. Deniz kana boyanıp leş gibi olacak. Ayasofya’nın mozaiklerini, halılarını yağma edeceğiz.. İnanıyorum ki bir devrin kapanışına şahit olacağım.’ Ne ilginçtir ki, bu notu yazanlar... sözde iki batılı aydın...” (Ayhan Bilgin, Vakit, 18.04.2004, s.10, Makale)
Evet, işte Çanakkale’yi geçmek isteyenlerin emelleri buydu. Ama bilmiyorlardı ki Çanakkale geçilmezdi ve Çanakkale’yi geçemeyeceklerdi. Peki niçin geçilmezdi ve neden geçememişlerdi? “..çünkü karşılarında, Bilecik tren istasyonunda son yongası olan oğlunu uğurlarken:  
‘Oğlum;
Babanı Dimetoka’da,
Dayını Şipka’da,
Ağabeylerini Çanakkale’de kaybettim.
Sen benim son yongamsın.
Sen dönmezsen ben Allah’ a emanet.
  Git, sen de git!
  Minareler ezansız, camiler Kur’an’sız kalacaksa sen de git’ diyen, vatanı ve dini için oğullarını gözünü kırpmadan şehitliğe gönderen mübarek analar ve onların ölüme gül bahçesine girme sevinciyle giden oğulları vardı.” (Ayhan Bilgin, Vakit, 18.04.2004, s.10, Makale)
“9 Ocak 1916’da Çanakkale’de şehit düşen Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid’in, eşi Hanife Hanım’a vasiyeti niteliğindeki mektubu:
‘Ben ölürsem sakın gam yeme. Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği takdirde, elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var: Birincisi benim için kat’iyyen ağlama...İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan mihr-i muaccel ve mihr-i müeccel’ini al, üst tarafı ile bana mevlit okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...’” (Yeni Şafak, 18.03.1004, Kültür Sayfası.)
O günün anaları, babaları ve oğulları işte böyle bir inanç, şuur ve ruh sahibi olarak şartlar ne olursa olsun düşmana asla geçit vermemişlerdi. Peki ya bugün onların torunları konumunda olan bizler hangi inancın, hangi değer yargılarının ve hangi gaye ve hedeflerin insanları olduk? Bugün bizler  bu destanı ve onun kahramanlarını  nasıl anlıyoruz? İşte bunu irdeleyen acı bir feryat!  Başlarımızı öne eğerek dinliyoruz:“Çanakkale’yi unuttuk değerli anne babalar... Bizim için iki yüz elli binden fazla gencecik insanımızı yitirdiğimiz Çanakkale’yi unuttuk. Orada yürekleri vatan sevgisiyle alev alev yanarak ölüme koşan o insanları unuttuk. Yetimlerin kimsesizliğini, analarımızın gözyaşlarını unuttuk... Felaketleri, üzerimizde oynanan oyunları unuttuk. Biz hafızamızı kaybettik. Çanakkale’ye gidin, çocuklarınızı götürün ve deyin ki yavrunuza: ‘Bak yavrum! Senin tarihin burada... Orada hayallerini, umutlarını yüreklerine gömen gencecik Mehmetler yatıyor; onlar da senin yaşındaydı, burada sen güven içinde yaşayasın diye toprağa düştü bir mart ayında’... Çocuklarınızı o canlı tarih[e], toprağın altının diri, üstü[nün] ölü [olduğunu] dedirtecek kadar belirgin canlı ruhların meftun olduğu o diyara götürün ki...[onları] uyuşmuşlar güruhu olmaktan kurtarın...”(Şerife Katırcı Turhal, Vakit, 13.03.2004, Makale)
Evet, durum böyleydi, yapılması gereken de bunlardı!
Çanakkale Zaferinin ve onu anlamanın ne derece önem ihtiva ettiğini ise özet olarak şu tesbitler gözler önüne sermektedir: “Çanakkale’yi bugün dünyanın şekillenmesinde en önemli bir savaş olarak anlamak gerek. Eğer Çanakkale geçilseydi, 18 milyon metrekarelik, ‘Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk’ olarak telakki edilen İngiltere egemenliği devam ederdi... Churchill.... Diyor ki;... Biz Çanakkale’yi geçemedik yenilmezliğimizden şüphe başladı, Hindistan’ı ve diğer İslâm ülkelerini elimizde tutmak şansını kaybettik. Yalnız bizim sömürgelerimizde değil, bakın Avrupalı ülkelerin Müslüman sömürgelerinde aynı ümid ışıldamaya başladı.”(Abdulah Muradoğlu’nun M. Niyazi Özdemir’le yaptığı Söyleşi, Y.Şafak, 18.03.2004)
İşte bu toprakların işgalini önlemek için o gün onlar canlarını feda etmişken bizler bugün maalesef batılıların inanç, duygu, düşünce ve zihniyetlerinin istilasına uğramış torunları olarak o günün kahramanlarından özür dileriz. Onlar için Yüce Rabbimizden rahmet dilerken bizlere de  hidayet ve mağfiret nasip etmesini niyaz ederiz. Onlara bir kez daha Merhum M. Âkif’imizin şu dizeleri ile sesleniriz:
“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”
Süleyman ÖZSAY
Yeni Akit
18.03.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUNU MU İSTİYORSUNUZ!!!

CEVİZ KURDU

KARİYE CAMİİ-İKİNCİ AYASOFYA

MEĞER TAKSİM NEYMİŞ ÖYLE!!!

BİRİ DE TÜRKİYE