5.5.24

CEVİZ KURDU

 CEVİZ KURDU, GİRECEĞİ KADAR BİR DELİK AÇARAK CEVİZİN İÇİNE GİRER.


 Cevizin içi insan beynine benzer, başlar onu yemeye.

Buraya kadarı normal. Yedikçe şişmanlar.

Karnı büyür. Yeterince yükünü tutup doyunca gitmek ister ama girdiği delikten çıkamaz.

Daha da kötü olanı; içi yenilen ceviz de kurumuş ve sertleşmiştir, o deliği genişletmek artık imkansızdır.



---Kurtçuk oturup bakar, delikten geçip çıkmak için tek çaresi vardır:


 Zayıflamayı beklemek.

Aç kaldıkça zayıflar, eski cılız haline döner.


Ve bir gün çıkar. Ama çıktığında mevsim bitmiş, ortada aç ve cılız bir kurtçuk ile bir içsiz ceviz kalmıştır.


Kimi insanlardaki para ve mal - mülk hırsı da ceviz kurduna benzer.


O hırsı yenip, artık yeter, dediğinde baharlar ve yazlar bitmiş olur.


Geriye sadece, ömrünün sonbaharı ve belki de

çeşitli hastalıklar, ilaçlar ve diyetler ile geçirmek zorunda kalacağı, koskoca bir kara kış kalmış olur..

4.5.24

İSRAİL'E KAPSAMLI AMBARGO KARARI

İSTANBUL VE ÇANAKKALE BOĞAZLARIİSRAİL GEMİLERİNE KAPATILABİLİR.TÜRK HAVA SAHASI KAPATILABİLİR.






1-Türkiye, ilk kez bir ülkeye bu kadar kapsamlı ekonomik ambargo kararı aldı ve uygulamaya koydu. Bütün limanlar, bütün ticaret alanları İsrail’e kapatıldı.

2-Bu sadece konjonktürel bir tepki değil, coğrafyada ve küresel ölçekte güç kaymalarına paralel, daha da şiddetlenecek bir kırılmanın ilk adımlarıdır.

3-Bir adım sonra; Türk hava sahası, Çanakkale ve İstanbul boğazları da kapatılabilir. Bu adımlar, coğrafyadaki İsrail varlığı için tarihi bir sorgulamayı başlatacak, yeni bir “varoluş krizi”ne yol açacaktır.

4-İsrail zaten Kızıldeniz’den tedarik sorunu yaşıyordu. Husilir’in İsrail gemilerini saldırıları yüzünden burayı kullanamıyor. Gemilerini başka ülke bayraklarıyla geçirmeye çalışıyor. Bu açığını BAE gibi ülkelerin girişimiyle aşıyordu.

5-Peki Türkiye’nin bu tavrı, başka ülkelere örnek olabilir mi? Olmalı. İsrail’e bütün “kara ticaret koridorları” kapatılmalı.

6-Bugüne kadarki Arap-İsrail krizlerinin, Filistin’e yönelik saldırıların çok ötesinde bir durumla karşı karşıyayız. ABD ve Avrupa’daki gösteriler, bir çok ülkeden yükselen tepkiler, bazı ülkelerin diplomatik ilişkileri kesmesi, ticaret koridorlarının kapatılması ve son olarak Türkiye’nin bu kapsamlı ambargosu, İsrail için tarihi bir kırılmanın, çöküşün çok önemli işaretleri olabilir.

7- ABD ve Avrupa’nın “İsrail dokunulmazlığı”nı güvence altında tutması artık eskisi kadar kolay olmayacak. Çünkü onlar da bölgesel ve küresel ölçekte çok ciddi güç daralması yaşıyor.

8-Ticaret Bakanlığı: “İsrail ile ihracat ve ithalat işlemleri tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurulmuştur. İsrail hükümeti, Gazze'ye kesintisiz insani yardım akışına izin verinceye kadar Türkiye söz konusu yeni tedbirleri kesin ve kararlı bir şekilde uygulayacaktır.”

9-Fox News: "Bu adım Türkiye'nin İsrail'e karşı mücadelesinde sadece bir cephe. Türkiye Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhinde süren soykırım davasına müdahil olma kararı aldı."

10- İsrail Maariv gazetesi: “Tatlı ve konservelerden, sebze ve meyvelere kadar aklınıza gelebilecek her şey Türkiye'den geliyor. Uluslararası şirketler Türkiye'de montaj yapıyor. Örneğin Toyota Corolla Türkiye'de monte ediliyor ve şimdi İsrail'e araba göndermenin mümkün olmadığı söyleniyor. Durum gemilerin İstanbul ve Çanakkale Boğazı'ndan geçmesinin engellenmesi veya Türkiye hava sahasında uçuş yasağı getirilmesiyle daha da kötüleşebilir."

11- Gazze’de tam bir soykırım yaşanıyor. İsrail, ABD ve Avrupalı müttefikleriyle tam anlamıyla bir “Müslüman Soykırımı” yürütüyor. Ancak, yakın gelecekte bunun Gazze’nin çok ötesinde, bütün coğrafyada, olumlu anlamda, sarsıcı sonuçlarına tanık olma ihtimalimiz çok yüksek.

İbrahim Karagül 


3.5.24

BİRİ DE TÜRKİYE

 Dünyada kendi uçak ve helikopterini yapabilen 6 ülke var;


Biri Türkiye!

Dünyada TİHA üretebilen 4 ülke var;

Biri Türkiye!



Dünyada Jet motoru teknolojisine sahip 7 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Bor karbür üretebilen 3 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Kriptolu telefon üretebilen 6 ülke var;

Biri Türkiye!



Dünyada Baz istasyonu üretebilen 5 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Tünel açma makinası üretebilen 8 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Elektrikli araç bataryası üretebilen 6 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Kendi deniz topunu üreten 4 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Hava-hava füzesi üretebilen 7 ülke var;

Biri Türkiye!



2.5.24

MEĞER TAKSİM NEYMİŞ ÖYLE!!!

 TAKSİM: İŞGALCİNİN KUTSAL MEKANI  OKUYUN BAKALIM! 



 İçimizde "İşgalcinin uzantısı" bir güruh var. Bu güruh, b.k bile yese TAKSİM'de yemek ister. Çünkü Taksim, bu güruh için işgalin sembol yeridir. Bu güruhun güdücüleri bunu çok iyi bilirler ve orayı 'kutsal" kabul ederler.  Her haltı da burada  yemek isterler.         Bu güruhun soyu, Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomore" adlı romanda anlattığı Leyla'ya dayanır. Bu güruhun dişileri, yeniden bir işgal olsa işgal ordusunun subaylarıyla dans etmeye ve çiftleşmeye hazırdır. Bunu Çağdaş batıcılığın bir gereği olarak görev addederler. Erkekleri ise batılı efendileri tarafından boynuzlanmayı "onur" kabul edecek karakterdedirler. Bu zihin ve ruh yapısındaki güruh, her fırsatta TAKSİM'de olmak ister. Hatta bu devlete ve millete karşı giriştiği her hareketi da oradan başlatmak ister. Neden mi?    İşgal Ordusunun komutanı Fransız General Louis Franchet d'esperey, 8 Şubat 1919'da Eminönü'ne demirleyen gemisinde bekler, bir beyaz at getirilmesini ister. Bu beyaz ata binerek Galata Köprüsü'den geçerek Galatasaray Lisesine gider. Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde bu TAKSİMCİ gühun ataları tarafından çiçeklerle karşılanır ve ağırlanır. Beyaz ata binerek şehre girmesi ile Sultan Fatih'ten - tıpkı Fatih Han gibi beyaz atla şehre girerek- intikamını aldığını söyler.     D'esperey'nin ilk işi ertesi günün akşamına  İşgal'in Kutlama Balosu'nu düzenlemek olur. Balo mekanı olarak o günlerde Mason Locası olan, bugünün Emek Sineması seçilir. ( Emek Sineması üzerine kopan fırtınaları da bu gözle değerlendirin.) Şişli'de, Bebek'te oturan bugün "Beyaz Türkler" denilen TAKSİMCİ güruhun ataları baloya doluşur. Bu güruhun kadınları İşgal subaylarıyla dans etmek için âdetâ birbirlerini yerler. Yakup Kadri gibi bir Batıcının bile midesini bulandırıp söz konusu romanı yazmasına neden olan bu balo ve sonrasındaki rezaletlerdir.    Peki sonra ne olur?    D'esperey, Taksim'deki Topçu Kışlası'nı yıktırır. Topçu Şehitliği'ni de dümdüz ettirir. Topçu Şehitliği'ni top sahası yapar, Topçu Kışlası da moloz yığınları şekline döner. D'esperey böylece Çanakkale'de kendilerine geçit vermeyen Türk Topçusu'dan intikamını almıştır. Bu top sahasında İşgalin yerli işbirlikçileriyle futbol maçları organize eder.        Taksim Stadı denilen yer, Topçu Şehitliği, Gezi Parkı denilen yer de Topçu Kışlası'nın yeridir. İşte işgalcinin içimizdeki uzantısı güruhun TAKSİM aşkının altında yatan gerçek budur.       Batıp giden ve sahibi tarafından yıkılmaya terkedilen Emek Sineması'nın işgalcinin uzantısı güruh için anlamı ve önemi buradan gelir.  "Devlet tarafından yeniden yapılsın, yeniden açılsın, tarihi sinemamız yaşasın!" kampanyalarının, bağırıp çağırmalarının altında yatan gerçek de budur.        Bugünün TAKSİMCİLERİ,  O günün işgalcisinin işbirlikçileri olanların soyundan gelenlerdir. ABD'yi, NATO'yu Türkiye'ye müdahaleye çağırmaları bundandır. Gezi Kalkışması"nı TAKSİM'de başlatmalarının altında bu yatar. Her 1 Mayıs'ta "TAKSİM" diye tuturmalarının altında bu yatar. "Taksim'e cami yaptırmayacağız!"  yırtınmalarının altında yatan gerçeklik de budur.   Şimdi iktidarın yerel seçimleri kaybetmesiyle biti kanlanan bu güruhun, yeniden TAKSİM diye tutturması da bundandır.

Tevfik Yaşar Tekeli

30.4.24

1 Mayıs 1977 De Ne Oldu?

Kanlı 1 Mayıs veya 1 Mayıs Katliamı,[1] 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı'nda kutlanan İşçi Bayramı'nda 34 kişinin hayatını kaybetmesi ve 136 kişinin de yaralanması ile sonuçlanan olaydır.[3]

1977 1 Mayıs'ı için hazırlanan, "dünyayı avuçlarında yükselten işçi" logosu


 1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı'nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul'a gelenler ile birlikte yüz binlerce kişi Taksim Meydanı'ndaki kutlamalara katıldı.[6] Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürdü, konuşmalar da uzadı.

Saat 19.00 sularında dönemin DİSK genel başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde Saraçhane tarafından Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşün sonunda Sular İdaresi arkasına kadar gelen Maocu gruplar kordon oluşturmuş DİSK güvenlik görevlileriyle çatışmaya girerek ateş açmaya başladılar. Bunun ardından tüm Taksim Meydanı'nı saran silah sesleri duyulmaya başlandı. Gerek DİSK gerekse kutlamaya katılan çeşitli kuruluşlardan Sular İdaresi binasının üstünden ve Intercontinental Oteli'nin (bugün The Marmara Oteli) üst katlarından ateş açıldığı iddialarında bulunuldu.[2][5] Taksim Meydanı'nın dolduran kalabalık panik halinde kaçmaya çalışırken polis de ses bombaları ve panzerlerle kalabalığa müdahale etmeye başladı.

Meydandan kaçmak için Kazancı Yokuşu'na yönelen büyük bir kalabalık park edilmiş DİSK üyesi Teknik-İş sendikasına ait bir kamyonun önünde sıkışınca burada birçok kişi ezildi.[2] Sonuç olarak, 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi silahla vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak toplamda 34 kişi[not 1] yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. DİSK'in yayınladığı listede ise 36 kişinin öldüğü belirtilmişti.[not 2][2][5]

Olay sonrası 470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamayarak serbest bırakıldılar. Tertip komitesi, bazı sendika ve sol gruplardan 98 kişi hakkındaki yargılamalar 14 yıl boyunca sürdü. Bu yargılamalardan kimse ceza almadı. Emniyet veya devlet yetkililerinden herhangi birinin yargılanmadığı dava zaman aşımına uğrayarak düştü. Bunun üzerine dava, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşındı.[7] Bugüne kadar ateşi kimlerin açtığı tam olarak belirlenememiş ve olay aydınlatılamamıştır.[7]

29.4.24

UNUTTURULAN ZAFER KUT'UL AMARE

 UNUTTURULAN ZAFER KUT'UL AMARE


29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı Ordusunun Irak'ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük bir zaferidir. Kutul Amare'de 13 bin 300 İngiliz askeri ile 13 general 481 subay esir alınmış ve 40 bini aşkın İngiliz askeri öldürülmüştür.



Osmanlı Ordusunun Birinci Dünya Savaşı'nda çarpıştığı cephelerden biri, İngilizlere karşı oluşturulan Irak cephesidir. Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, Dicle, Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya'yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezi'ne kadar uzanır.


Irak petrollerini ele geçirmeyi amaçlayan İngilizler, 6 Kasım 1914 tarihinde Basra Körfezinden Şattülarap ağzındaki Fav mevkiine asker çıkararak saldırıya geçmişler, ilerleyen aylarda bu saldırılarını kuzeye doğru genişletmişlerdir. İngilizler, 3 Haziran 1915 tarihinde Kut'ül-Ammare'yi, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye'yi işgal etmişlerdir. 23 Kasım 1915'de ileri harekata geçen Türk birlikleri, General Townshend komutasındaki İngiliz ordusunu geri püskürterek Kut-ül Ammare'de çember içerisine almayı başarmışlardır. Kut'ül-Ammare'yi bir kale gibi savunan General Townshend, 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmak zorunda kalmıştır. Türkler, Kut'ül-Ammare'de İngilizlerden başta Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere toplam 13 general, 481 subay ve 13.300 askeri esir almışlardır.

Kut'ül Amare Zaferi sonrasında Almanya'da yayınlanan ve Türkleri, İngiltere sembolü olan aslanı terbiye ederken gösteren bir karikatür.


Tarihe Kut ül Amare zaferi olarak geçen savaşlar sırasında İngilizler 40 bin kayıp ve esir verirken Türk birlikleri ise 25 bin askerini kaybetti. Kut ül Amare savaşı sırasında Türk birlikleri sınırlı sayıda uçakla önemli görevler yaptı. Keşif görevleri yapan Türk uçakları bir taraftan da düşman hedeflerini bombardıman etti. 26 Nisan 1916'da Kut ül Amare'deki İngiliz kuvvetlerine erzak yardımına çalışan bir İngiliz uçağı da Türk avcı uçağı tarafından düşürüldü.



Ancak kazanılan bu tarihi zafere rağmen savaşın genelinde mağlup olan Türk ordusu, takviye edilen İngilizlerin bölgeyi Şubat 1917'de işgal etmesine engel olamadı. Irak'ın güneyine 1914 sonlarında çıkarma yapan İngilizler, ancak Mart 1917'de Bağdat'a ulaşarak kenti işgal etti.


Kut'ül-Ammare Zaferi, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'nun zor şartlar ve imkansızlıklar içerisinde, Çanakkale'den sonra kazandığı ve bir İngiliz tümeninin bütün personeli ile birlikte esir alındığı eşsiz bir zaferdir. Halil Paşa, Kut'ül-Ammare zaferinden sonra 6'ncı Ordu'ya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:

"Arslanlar!


Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.



Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.


Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.


İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz."


Avustralyalı araştırmacı Dr. Gaston Bodart tarafından Kut'ül-Ammare Zaferi, "İngiliz prestijinin Birinci Dünya Savaşı'nda yediği en büyük darbe olarak yorumlanmaktadır."


Halil Paşa, Kut'ül-Ammare'nin teslim alındığı gün orduya bir tebrik mesajı yayımlamış ve bu günün "Kut Bayramı" olarak kutlanmasını istemiştir.


28.4.24

ANADOLU'DA YAYLACILIK

 Anadolu'da yaylacılık geleneksel bir yaşam tarzıdır. Yaylacılık genellikle yaz aylarında, sürülerin otlatılması ve hayvancılık faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla yüksek yaylalara taşınmayı içerir. Bu, özellikle dağlık bölgelerde yaygındır ve yaylacılar genellikle yaz boyunca yaylalarda geçici barınaklar kurarlar. Bu yaşam tarzı, Anadolu'nun birçok bölgesinde köklü bir geleneğe sahiptir ve hala birçok yerde devam etmektedir.



Yaylacılık genellikle dağlık veya yüksek rakımlı bölgelerde gerçekleşir. Yaylacılar, genellikle kış aylarını geçirdikleri yerleşim yerlerinden yaz aylarında sürülerini otlatmak için yaylalara göç ederler. Bu göç, genellikle ailelerin birlikte yapacağı uzun bir yolculuk gerektirir ve genellikle belirli rotaları takip eder.



Yaylacılık, sadece hayvancılıkla ilgili değildir, aynı zamanda yaylalarda yaşamın tüm yönlerini içerir. Yaylacılar, geçici barınaklarında yaşarlar, süt ürünleri işlerler, geleneksel el sanatlarıyla uğraşırlar ve doğal kaynaklardan yararlanarak kendi ihtiyaçlarını karşılarlar.


Anadolu'da yaylacılığın birçok farklı bölgesinde farklı gelenekler ve uygulamalar vardır, ancak genel olarak yaylacılık, doğaya ve geleneklere derin bir saygıyı yansıtan bir yaşam tarzıdır.



Daha ayrıntılı bir açıklama yapacak olursak:


1. **Yayla Sezonu**: Yaylacılık genellikle yaz aylarında gerçekleşir. Genellikle mayıs veya haziran ayında başlar ve eylül veya ekim ayında sona erer. Bu dönemde, yaylacılar sürülerini otlatmak ve yayla hayatını sürdürmek için yaylalara göç ederler.


2. **Yayla Göçü**: Yaylacılar, sürülerini ve eşyalarını taşıyan develerle veya diğer hayvanlarla uzun bir yolculuk yaparlar. Bu göç, geleneksel olarak belirli rotaları takip eder ve genellikle köyler arasında toplu halde gerçekleşir.


3. **Geçici Barınaklar**: Yaylacılar, yaylalara vardıklarında geçici barınaklar kurarlar. Bu barınaklar genellikle ahşap veya çadır yapılarıdır ve ailelerin konaklayabileceği kadar geniş olabilir.


4. **Hayvancılık Faaliyetleri**: Yaylacılığın ana amacı hayvancılıktır. Yaylacılar, sürülerini otlatır, süt sağar, peynir ve yoğurt yaparlar. Aynı zamanda hayvanların ihtiyaçlarını karşılamak için yaylalarda yonca veya diğer ot türlerini yetiştirebilirler.


5. **Geleneksel El Sanatları ve Kültürel Aktiviteler**: Yaylacılar, boş zamanlarında geleneksel el sanatlarıyla uğraşabilirler. Halı dokuma, kilim yapımı, seramik işçiliği gibi el sanatları yaygındır. Ayrıca, yaylacılık dönemi boyunca çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenebilir, müzik, dans ve yarışmalar gibi.


6. **Doğal Kaynak Kullanımı**: Yaylacılık, doğal kaynakları etkili bir şekilde kullanmayı gerektirir. Yaylacılar genellikle suyu akarsulardan veya doğal kaynaklardan temin ederler. Ayrıca, odun veya hayvan gübresi gibi yakıtları da doğal kaynaklardan elde ederler.


Yaylacılık, Anadolu'nun birçok bölgesinde hala yaygın olan bir yaşam tarzıdır. Geleneksel yaylacılık uygulamaları, modern yaşam tarzıyla birleşmiş olsa da, hala birçok yerde yaşatılmaktadır.



27.4.24

İSLAM ŞİDDET VE TERÖRÜN SEBEBİ Mİ!

 ◾Dünyadaki en yüksek fahişelik oranları:

1-Tayland (Budizm)

2-Danimarka (Hıristiyanlık)

3-İtalyan (Hıristiyan)

4-Alman (Hıristiyan)

5-Fransız (Hıristiyanlık)

6-Norveç (Hıristiyan)

7-Belçika (Hıristiyan) 

8-İspanya (Hıristiyanlık)

9-İngiltere (Hıristiyanlık)

10-Finlandiya (Hıristiyan) 



◾Dünyadaki en yüksek hırsızlık oranı:

1-Danimarka ve Finlandiya (Hıristiyan)

2-Zimbabwe (Hıristiyan)

3-Avustralya (Hıristiyan) 

4-Kanada (Hıristiyan)

5-Yeni Zelanda (Hristiyan)

6-Hindistan (Hinduizm)

7-İngiltere ve Galler (Hıristiyan)

8-ABD (Hıristiyan)

9-İsveç (Hıristiyan)

10-Güney Afrika (Hıristiyanlık)


◾Dünyanın en yüksek alkol bağımlılığı:

1) Moldovya (Hıristiyan)

2) Belarus (Hıristiyan)

3) Litvanya (Hıristiyan)

4) Rusya (Hıristiyan)

5) Çek Cumhuriyeti (Hıristiyan)

6) Ukrayna (Hıristiyan)

7) Andorra (Hıristiyan)

8) Romanya (Hıristiyan)

9) Sırp (Hıristiyan)

10) Avustralya (Hıristiyan)


◾Dünyadaki en yüksek cinayet oranı:

1-Honduras (Hristiyan) 

2-Venezuela (Hıristiyan) 

3-Belize (Hıristiyan)

4-El Savador (Hıristiyan)

5-Guatemala (Hıristiyan)

6-Güney Afrika (Hıristiyanlık)

7-Saint Kitts ve Nevis (Hristiyan)

8-Bahamalar (Hıristiyan)

9-Lesotho (Hıristiyan)

10-Jamaika (Hıristiyan) 


◾Dünyanın en tehlikeli çeteleri:

1. Yakuza (din yok)

2-Agberus (Hıristiyan)

3-Wah Singh (Hıristiyan)

4-Jamaika Patronu (Hıristiyan)

5-Primero (Hıristiyan)

6. Aryan Kardeşliği (Hıristiyan)


◾Dünyanın en büyük uyuşturucu çeteleri:

1-Pablo Escobar - Kolombiya (Hıristiyan)

2-Amado Carrillo - Kolombiya (Hıristiyan)

3-Carlos Leider Germain (Christian)

4-Griselda Blanco - Kolombiya (Hıristiyan)

5-Joaquin Guzman - Meksika (Hristiyan)

6-Rafael Caro - Meksika (Hristiyan)


👉Sonra #İslam dünyadaki şiddet ve terörün sebebidir deniliyor ve inanmamızı istiyorlar.

Birinci Dünya Savaşı ' nı kim başlattı?

Müslümanlar değil..

İkinci Dünya Savaşı'nı kim başlattı?

Müslümanlar değil..

20 milyon yerli Avustralyalıyı kim öldürdü?

Müslümanlar değil..

Japonya 'da Nagasaki ve Horshima' ya kim nükleer bomba attı?

Müslümanlar değil..

Güney Amerika ' da yaklaşık 100 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?

Müslümanlar değil..

Kuzey Amerika ' da yaklaşık 50 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?

Müslümanlar değil..

Kim 180 milyondan fazla Afrikalıyı Afrika kölesi olarak kaçırdı, % 88 ' si öldü ve okyanuslara atıldı?

Müslümanlar değil..

Terörün veya terörün başlangıcı gayrimüslimler tarafından tanımlanmalıdır.

Müslüman olmayan bir terörist eylemi yapıyorsa suçtur ama müslüman tarafından işleniyorsa terörizmdir..

Çifte standart bırakılmalı..

O zaman sözlerimin hedefine ulaşabilirsin.. İslamımla gurur duyuyorum..

Müslüman olduğum için gurur duyuyorum..


İslam dinini terörizmle bağdaştırmak, kendi terörünü saklamaktır...!

26.4.24

ZULÜM ALTINDAKİ BÖLGE ARAKAN

 Arakan, Myanmar'ın batısında bulunan ve çoğunlukla Rohingya Müslümanları tarafından yerleşim gören bir bölgedir. Bu bölge, uzun yıllardır etnik ve dini çatışmaların yaşandığı bir alan olarak bilinir. Rohingya Müslümanları, Myanmar'da azınlık olarak kabul edilir ve vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmış durumdadır. Arakan'da yaşanan çatışmalar, insan hakları ihlallerine ve etnik temizliğe yol açmıştır. Uluslararası toplum, Arakan'da yaşanan insan hakları ihlallerini sık sık gündeme getirmekte ve çözüm bulunması çağrısında bulunmaktadır. Rohingya krizi olarak da bilinen durum, uzun süredir uluslararası toplumun dikkatini çeken bir konudur.



Elbette, Arakan bölgesi Myanmar'ın batısında yer alır ve Bangladeş sınırına yakındır. Bu bölge, tarihsel olarak çeşitli etnik grupların ve dinlerin yaşadığı bir yer olmuştur. Ancak, Rohingya Müslümanları bölgenin çoğunluğunu oluşturur. 



Arakan'daki çatışmalar ve insan hakları ihlalleri, 2017 yılında özellikle şiddetlenmiştir. Bu dönemde, Myanmar askeri tarafından yürütülen operasyonlar sonucunda yüzbinlerce Rohingya Müslümanı Bangladeş'e kaçmak zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler, bu operasyonların etnik temizlik ve soykırım olarak nitelendirilebileceğini belirtmiştir.



Uluslararası toplum, Myanmar hükümetine bölgedeki çatışmaları sona erdirme ve Rohingya Müslümanlarına vatandaşlık hakları verme çağrısında bulunmuştur. Ancak, bu konuda ciddi bir ilerleme sağlanamamıştır. Arakan'daki durum hala uluslararası insan hakları kuruluşlarının ve devletlerin dikkatini çeken bir konu olmaya devam etmektedir.

 


Arakan bölgesi Myanmar'ın batısında yer alır ve Bangladeş sınırına yakındır. Bu bölge, tarihsel olarak çeşitli etnik grupların ve dinlerin yaşadığı bir yer olmuştur. Ancak, Rohingya Müslümanları bölgenin çoğunluğunu oluşturur. 


Arakan'daki çatışmalar ve insan hakları ihlalleri, 2017 yılında özellikle şiddetlenmiştir. Bu dönemde, Myanmar askeri tarafından yürütülen operasyonlar sonucunda yüzbinlerce Rohingya Müslümanı Bangladeş'e kaçmak zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler, bu operasyonların etnik temizlik ve soykırım olarak nitelendirilebileceğini belirtmiştir.



Uluslararası toplum, Myanmar hükümetine bölgedeki çatışmaları sona erdirme ve Rohingya Müslümanlarına vatandaşlık hakları verme çağrısında bulunmuştur. Ancak, bu konuda ciddi bir ilerleme sağlanamamıştır. Arakan'daki durum hala uluslararası insan hakları kuruluşlarının ve devletlerin dikkatini çeken bir konu olmaya devam etmektedir.

Tabii, Arakan bölgesindeki çatışmaların kökeni, tarihsel, etnik, ve dini faktörlerin karmaşıklığına dayanır. Arakan, tarihsel olarak Hint ve Arap denizcilerinin, Müslüman tüccarların ve Bengal Sultanlığı'nın etkisi altında kalmıştır. 19. yüzyılda Britanya'nın sömürge döneminde, bölgeye birçok Müslüman Bangladeş'ten gelip yerleşmiştir. Ancak, Myanmar'ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, Rohingya Müslümanları vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmıştır.



Rohingya Müslümanları, Myanmar hükümeti tarafından yasadışı göçmenler olarak görülüp vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmıştır. Bu durum, ayrımcılığa ve insan hakları ihlallerine yol açmıştır. Özellikle 2017'deki şiddet olayları, Myanmar ordusunun, Rohingya köylerine yönelik saldırıları ve katliamları içermiştir. Bu saldırılar sonucunda yüzbinlerce Rohingya Müslümanı Bangladeş'e kaçmış ve büyük bir insani kriz yaşanmıştır.


Uluslararası toplum, Arakan'daki durumu çözmek için çaba sarf etmektedir. Ancak, Myanmar hükümeti bu konuda isteksiz davranmakta ve uluslararası toplumun baskısına rağmen Rohingya Müslümanlarına vatandaşlık hakları tanımamaktadır. Bu durum, Arakan'daki insani krizin devam etmesine ve uluslararası toplumun tepkisini çekmeye devam etmektedir.

24.4.24

HİÇBİR YARAMA MERHEM OLMAYANLARLA İŞİM OLMAZ

 


Kalkışma oldu,

Askeri operasyonlar oldu,
Pandemi oldu,
Uluslar arası krizler oldu,
Yanı başımızda savaşlar oldu,
Seller, hortumlar, fırtınalar oldu
Yetmedi 11 İlde gerçekleşen 15 milyonu etkileyen yüzyılın depremi oldu.



Onca olumsuzluklara karşı;
Hiç yokluk hissettikmi?
Hiç petrolsüz kaldıkmı?
Hiç maaşsız kaldıkmı?
Hiç elektriksiz kaldıkmı?
Üçer beşer bidon yağ almamıza rağmen suni yağ krizi ürettik.
Kışın ortasında yetişmeyen domates için suni kriz ürettik.
Tonlarca patates soğanı döküp suni kriz ürettik.
50 krş ucuza benzin alacağız diye lüx araçlarımızla sıraya geçip suni kriz ürettik.
Varlık içinde yüzüp yokluk krizleri ürettik.
Hayati nitelikte olmayıp bazı olumsuzluklar elbet var ancak kimsenin elinde sihirli değnek yok ki onca olumsuzluğu bir anda her şey dokununca düzelsin.
Yahu bütün olumsuzluklara karşı problem çözüp, olanaklar sunanlar varken, varlığını krizlere bağlayıp, hiçbir yaraya merhem olmayanların peşinden ben niye gideyim kardeşim.

İsmail Kumaş

KUTSAL EMANETLER 1950 YE KADAR AHIRDA DURDU


 Tarihçi Said Alpsoy:


• 1926’da Topkapı Sarayı’nda kutsal emanetlerin bulunduğu yere girdiler

• Peygamber efendimizin hırkasını sırayla giyerek amma cüsseliymiş, amma şişmanmış diye alay ettiler

• Ardından bütün kutsal emanetleri Topkapı Sarayı’nın ahırına naklettiler

BURNUNDAN KIL ALDIRMAMAK

 MUTLAKA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !


Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.

İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.

Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak sürer.

Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.

Başka doktorlar çağrılır…Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.



Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.


İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur.

Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…

Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.

Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve

gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.

Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran

Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.

O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir.

Haftalarca hastanede kalınır,

onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.



Sonuç olarak:

Osman Efendiye teşhis konulamaz.

Artık yerinden kalkamayan

Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir,

ülkesine dönüp “dinlenmesi”,

daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.


Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.

Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye,

Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.

Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,

adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.

Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der,

“Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın”

Bir bakar, “Hah işte der.“Kıl dönmüş.”

Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın

çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.

Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran

çığlığıyla odaya koşar.

Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve

cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.

Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,

kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.


Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir

uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.

Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.

Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz

ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.

Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.

Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.


BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLARIN

BAŞI ÇOK AĞRIYABİLİR -Burada mecazi anlam taşımaktadır.-







22.4.24

İÇİMİZDEKİ YARA MUSUL VE KERKÜK

 Musul ve Kerkük, Irak'ın önemli şehirleridir. Musul, Irak'ın kuzeyinde yer alır ve Tigris Nehri'nin batısında bulunur. Stratejik bir konuma sahip olan Musul, tarihi boyunca önemli bir ticaret ve kültürel merkez olmuştur. Kerkük ise Musul'un kuzeydoğusunda yer alır ve zengin petrol rezervlerine sahiptir. Her iki şehir de tarihi, kültürel ve ekonomik açıdan önemli yerlerdir. Ancak son yıllarda bu bölgelerde çeşitli siyasi ve etnik gerilimler yaşanmaktadır.



Musul, tarih boyunca Sümerler, Asurlular, Babilliler, Persler, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve son olarak da modern Irak devleti gibi birçok medeniyet ve yönetim altında kalmıştır. Günümüzde Sünni ve Şii Müslüman nüfusun yanı sıra Kürt, Türkmen, Arap ve diğer etnik gruplar da şehirde yaşamaktadır. Musul, 2014 yılında IŞİD'in kontrolüne geçmiş ve 2017'de Irak güvenlik güçleri tarafından geri alınmıştır.



Kerkük ise tarihi boyunca birçok medeniyetin egemenliğinde kalmıştır. Şehir, Irak'ın en zengin petrol yataklarına ev sahipliği yapmasıyla ekonomik açıdan büyük öneme sahiptir. Ancak Kerkük, tarihi ve etnik çeşitliliği nedeniyle zaman zaman çatışmalara sahne olmuştur. Kürt, Türkmen, Arap ve diğer etnik gruplar arasında siyasi ve toprak talepleri nedeniyle gerilimler yaşanmaktadır.



Her iki şehir de Irak'ın karmaşık siyasi ve etnik yapısının birer yansımasıdır ve bölgedeki istikrarın ve barışın sağlanması için önemli birer kilit noktadır.

Elbette. Musul ve Kerkük, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altında uzun bir süre kalmıştır.



Musul, Osmanlı İmparatorluğu'nun eyalet sistemi içinde Bağdat Eyaleti'ne bağlı bir vilayetti. Osmanlı döneminde önemli bir ticaret merkezi olarak kabul edilir ve birçok farklı etnik gruba ev sahipliği yapardı. Musul vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne kadar varlığını sürdürdü.


Kerkük ise Osmanlı döneminde Diyâr-ı Bekr Eyaleti'ne bağlı bir sancağın merkeziydi. Osmanlılar, Kerkük'ü stratejik bir konumda bulunduğu için önemli bir yerleşim yeri olarak gördüler. Şehir, Osmanlı döneminde tarım, ticaret ve el sanatları gibi farklı alanlarda gelişti.



Osmanlı döneminde Musul ve Kerkük, etnik ve dini çeşitliliği nedeniyle çeşitli dini ve etnik gruplara ev sahipliği yapmıştır. Bu dönemde de şehirlerde çeşitli dinlerden ve etnik kökenlerden insanlar barış içinde bir arada yaşamıştır.

Musul ve Kerkük'ün Türkiye'den kopması, Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'nda yenilmesi ve imzalanan antlaşmalar sonucunda gerçekleşmiştir. 1916 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'na girmesiyle birlikte Musul ve Kerkük, bölgedeki önemli cephelerden biri haline gelmiştir.


Savaş sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilmesiyle imzalanan antlaşmalarla Musul ve Kerkük'ün de dahil olduğu Mezopotamya bölgesi Britanya mandası altına girmiştir. Bu süreçte Musul ve Kerkük'ün Türkiye'den kopması, bölgenin yeni sınırlarının çizilmesiyle gerçekleşmiştir.


Özellikle 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması'yla Musul ve Kerkük'ün Türkiye'nin kontrolünden çıkması öngörülmüş, ancak Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'yla kazandığı zafer sonucunda Sevr Antlaşması hükümsüz kılınmıştır. Bununla birlikte, Musul ve Kerkük'ün Türkiye ile olan ilişkileri ve sınırları, daha sonraki yıllarda uluslararası anlaşmalar ve bölgesel dinamikler doğrultusunda şekillenmiştir.

Tabii, daha fazla bilgi verelim.


Musul ve Kerkük, I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan 1920 Sevr Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrıldı. Ancak Sevr Antlaşması Türk Kurtuluş Savaşı'yla hükümsüz kılındı ve yerine 1923 Lozan Antlaşması imzalandı. Lozan Antlaşması'nda Musul ve Kerkük'ün statüsü belirlenmedi.


Musul'un durumu daha sonra 1926 yılında Türkiye ile Irak arasında Ankara Antlaşması ile ele alındı. Bu antlaşmada Musul'un Irak'a bırakılması kararlaştırıldı. Türkiye, antlaşmayı imzaladı, ancak Meclis'te onaylanmadı. Bunun üzerine Musul Sorunu Birleşmiş Milletler'e (BM) götürüldü.


BM, 1925'te Musul Vilayeti'nin kaderini belirlemek için Irak ve Türkiye arasında bir anlaşma yapılmasını önerdi. 1926'da İngiltere'nin baskısıyla Ankara Antlaşması imzalandı ve Musul Irak'a bırakıldı. Ancak bu, Türkiye'deki bazı çevrelerce kabul edilmedi ve Musul hala milli bir mesele olarak görülüyor.


Kerkük ise Irak'ın kuzeyindeki tartışmalı bölgeler arasında yer alıyor. Bu bölge, özellikle Kürtler, Türkmenler ve Araplar arasında toprak ve siyasi talepler nedeniyle çatışmalı bir konumda bulunuyor. Son yıllarda, Irak'taki çatışmalar ve güvenlik sorunları Kerkük'ün durumunu daha da karmaşık hale getirmiştir.

20.4.24

MEDENİ(!) AVRUPA

 1500'lerde İngiltere'de insanların çoğu Haziran'da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs'da yapıyorlar, Haziran'da çok kötü kokmuyorlardı..



Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu..

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu..


Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu.. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü..

İngilizcedeki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' deyimi buradan gelmektedir..

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu..


Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu..


Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu..


Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar bu nedenle oluştu..


Zemin topraktı.. Sadece

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı..

Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu..


Bunu önlemek için yere saman seriyorlardı.. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu.. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'Thresh hold' (saman tutan; Türkçesi eşik idi..


Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu..


Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu.. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu.. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.. 'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (Peas Porridge hot, Peas Porridge cold, Peas Porridge in the Pot nine Days old) tekerlemesinin menşei budur..

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı..


Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı..

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu.. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açabiliyordu.. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl Domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü..


Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu.. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı.. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu.. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu..


Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (Trench Mouth) hastalığı ortaya çıkıyordu..


Ekmek itibara göre bölüşülüyordu.. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı..


Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu.. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık bile yapıyordu.. Hatta bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu..

Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu..


İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı.. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı..


Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı..


Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi.. Buna mezarlık nöbeti denirdi.


Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı..


Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı..

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü..


Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü..


1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti.. 19.yy da kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti..

liste böyle uzaaar gider..


Ama esas dikkat çekmek istediğim konu şudur;

1500 lü yıllarda adeta b*k içinde yaşayan Avrupa nasıl oldu da arayı bu kadar açtı?

Bu da bizim sınavımız olsun..


Prof. Dr. Erol Duren


#Üfleyincegeçmiyorbazıyaralar

19.4.24

Futbolun Tarihi

     Futbol, dünyanın en popüler ve yaygın sporlarından biridir. Kökenleri antik çağlara dayanır ve çeşitli kültürlerde benzer oyunlar oynanmıştır. Modern futbol ise İngiltere'de 19. yüzyılın ortalarında şekillenmeye başladı. 1863 yılında, İngiltere'deki futbol kulüpleri arasında ortak kuralların belirlendiği ilk futbol federasyonu olan İngiliz Futbol Federasyonu (FA) kuruldu. O zamandan beri futbol dünya çapında popülerliğini arttırarak gelişti ve günümüzde milyarlarca insan tarafından oynanmakta ve izlenmektedir.



   Futbolun tarihi oldukça zengindir. 20. yüzyılda, futbol uluslararası arenada büyük bir popülerlik kazandı ve FIFA (Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği) gibi uluslararası organizasyonlar futbolun dünya çapında birleştirici gücünü pekiştirdi. 1930 yılında Uruguay'da düzenlenen ilk FIFA Dünya Kupası, dünyanın en büyük futbol etkinliği haline geldi ve şimdi dört yılda bir düzenlenmektedir.



Futbolun tarihinde birçok unutulmaz oyuncu ve anı bulunmaktadır. Örneğin, Pelé, Diego Maradona, Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo gibi efsanevi futbolcular, futbolun gelişimine ve popülerliğine büyük katkılarda bulunmuşlardır.


Futbol, sadece bir spor değil, aynı zamanda kültürel, ekonomik ve sosyal bir fenomendir. Maçlar, taraftarlar arasında tutku, bağlılık ve heyecan yaratır ve birleştirici bir güç olarak işlev görür. Bugün, futbolun dünya çapında milyarlarca insanı bir araya getiren benzersiz bir spor olduğunu söyleyebiliriz.