17.5.24

BİR İHANETİN HİKAYESİ..



1993 yılında Türkiye ilk cep telefonu kullanımına geçti ve Süleyman Demirel de ilk cep telefonunu kullandı.

1994 yılında Aselsan'da 30 kişilik mühendis grubu yerli cep telefonu için çalışmaya başladı.

1919 marka adıyla yüzde yüz yerli cep telefonunu ürettiler...

O yıllarda Nokia,Erikson ve Motorala markaları var henüz ve samsung, iphone yok.

Dünyada telefon üreten 9 ülkeden birisi Türkiye'dir artık. Piyasaya ilk parti 500 adet sürülür,ilk dışarıya ihraç Azerbaycan ve Kıbrıs'dır ve bunu diğer ülkeler izler. 3 ayda 10 ülkeye 5000'den fazla ihraç olur.

İngiltere'deki teknoloji fuarında ASELSAN1919 birinci seçilir, o tarihte ilk titreşim özelliği de bu telefondadır,

Bizimkiler hemen yeni sürümler olan 1920 ve 1923 geliştirmek için koĺları sıvarlar.

Ve ne yazık ki 1997 yılında Nokia'dan bir mühendis getirtilir ve aksilikler başlar, patent daha çıkarılmadığı için rakip firmalar uluslararası mahkemelere başvururlar ve davaları kazanırlar.

Dönemin hükumeti sahip çıkmaz Aselsanına.

Çukurova holdingin bir kuruluşu olan KVK, telefon satış dağıtım pazarını tek başına kendinde tuttuğu için aselsanı değil de nokiayı bayilerine dağıtır, aselsanı depolarında tutar.

Ve Türk insani kendi öz malı yerli aselsan 1920-1923 bulamaz piyasada.

Türk istihbaratı uzun süre bu telefonu kullanır, dış ülkelerin bu telefonları dinleme yapması imkansızdır.

Sahipsizlik ve ilgisizlik neticesinde Aselsan bu üretimden çekiliyor ve milli bir teknolojiden ülkemiz yine mahrum kalır...

Alıntıdır.

15.5.24

İNEK🐮

 


İnsan ineğe seslenmiş:

Ey İnek!

Ne yapmaya geldin dünyaya?

Maça gitmezsin, dans etmezsin, çay içmezsin, kahveye gidip oyun oynamazsın.

Gündüz çayıra gece ahıra.

Tek düzen bir hayatın var!

Yeyip, içip dışkılıyorsun.

Bunun için mi geldin dünyaya?

İnek dile gelmiş, cevap vermiş:

Ey İnsan!

Ya bu sözü, sen bana nasıl söylersin?

Şu buzdolabını aç bir bak.

Süt benden, yoğurt benden, tereyağı benden, kaymak benden, köfte benden, dolma benden, sucuk benden, pastırma benden.

Ayağındaki ayakkabı, belindeki kemer benden.

Kışın yaktığın tezek benden!

Kemiklerim bile işe yarar.

Ben olmasaydım belindeki pantolonu bile bağlayamayacaktın.

" PEKİ..! SEN NE YAPMAYA GELDİN DÜNYA'YA..! "

Etin yenmez, derinden bir halt olmaz, saçından çorap örülmez.

Güzelim doğayı tahrip etmek, birbirinizi öldürmekten başka hiçbir işe yaramazsın.

Sen ne yapmaya geldin dünyaya?

14.5.24

AYASOFYA'NIN AÇILMASINA VESİLE OLAN KANDEMİR HAKKA YÜRÜDÜ

 İsmail Kandemir Hakka Yürüdü.

Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay 10. Dairesinde dava açan ve kazanan İsmail Kandemir (79), Bursa'nın Yıldırım ilçesi Emirsultan Mahallesi'ndeki evinde hayatını kaybetti.



Kandemir emekli bir matematik öğretmeniydi ve sadece Ayasofya değil, İstanbul'daki Kariye Camisi, Rumeli Hisarı, İlyas Bey Camisi ve Trabzon'daki Ayasofya ile İznik'teki Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi için de hukuk mücadelesi verdi.


Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun


İsmail Kandemir kimdir?


İsmail Kandemir, 1945 yılında Bursa'da dünyaya geldi. Eğitim hayatına Matematik alanında başlayan Kandemir, uzun yıllar boyunca öğretmenlik yaparak önemli bir eğitimci kimliği kazandı. Özellikle 33 yıl boyunca aralıksız olarak öğretmenlik görevini sürdürdü.



Ancak İsmail Kandemir'in etkinlikleri sadece eğitim alanıyla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda Çevreye Hizmet Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı ve çevre bilincinin artırılması ve doğaya yapılan katkıların desteklenmesi amacıyla çeşitli projelerde aktif rol aldı. Bu kapsamda, çeşitli bölgelerde 5 caminin açılmasına liderlik etti.

İsmail Kandemir'in yaşamı boyunca hem eğitim hem de çevre alanında yaptığı katkılar, toplumda derin izler bırakmış ve kendisini saygın bir figür haline getirmiştir.

11.5.24

GERİ GELSİN O GÜNLER ANNE

 Ahhh ANNE...!

Geri gelsin 5 kardeş oturduğumuz sofralar..

Aynı tabak çanaktan yemelerimiz.

Geri gelsin sen evde yokken evi temizleyip seni mutlu ettiğimiz günler..



Geri gelsin otuzlu yaşların..

Soba yakmanı özledim anne..

Biz yataktayken daha sobanın külünü boşaltırdın ya..

Nasıl da ses çıkarırdı.. Nasıl da kızardık

sana..

Ama o zahmetin ardından gelen sıcaklık..

Güğümden gelen tıslamalar,sobanında pişen patatesler,ısıtılan tandır ekmekleri,

AH pause tuşuna basıp dondurabilseymişiz zamanı..

Yada geri tuşuna basıp dönsek o doyulmamış günlere..

O zaman sabahın körü dediğimiz, şimdilerde sabahın nuru olduğunu anladığımız sabahın altısına geri dönsek..

Ve yine yaksan sobamızı..üstünde demlenen çayımız olsa..

Yataktan çıkmak istemesek biz..

Yere kurduğun sofra..

Sobada kızaran ekmeklerle çağırsan bizi sofraya..

O telaşenin arasında siyah okul önlüğümün düşen yaka düğmesini diksen.. Ahhh anne bu isteklerim ne kadar da ulaşılmaz..

Ne kadar basit ne kadar sıradan...

Ama ne kadar değerli anne... Verseler o günleri bana yeniden..

Ah anne paha biçilemez ki... Hatırlar mısın anne?

Beslenme saati için Makarna poşetlerini atmaz biriktirirdin..

Ekmek arası yapardın da makarna poşetine koyardın..

Çünkü 5 kardeştik..

Ama o yokluk ne tatlıymış be anne..

Şimdi benim çocuğumda memur çocuğu ama bizim çocukluğumuz gibi değil anne..

Bilmiyorum varlık mı iyi yokluk mu?

Biz neyi kaçırıyoruz bu hayatta be anne?

Neyi beceremiyoruz yada bilmiyoruz?

Sen nasıl becerdin anne bizi o kadar mutlu etmeyi?

Değişen ne?

Benim çocuğum da özleyecek mi çocukluklarını benim özlediğim kadar?

Ha anne...?

9.5.24

BİR GÜN BIR ÖĞRETMEN

 Bir gün bir öğretmen tahtaya şöyle yazdı:

9x1 = 7

9x2 = 18

9x3 = 27

9x4 = 36

9x5 = 45

9x6 = 54

9x7 = 63

9x8 = 72

9x9 = 81

9x10 = 90



Yazmayı bitirip sınıfa döndüğünde bütün sınıf ilk sırada yapmış olduğu hata yüzünden kendisine gülmekteydi.

Herkesin sessiz olmasını bekledi,

sonra da ekledi: "İlk işlemi bilerek ve özellikle hatalı yazdım. Sizin hatanız olmadan önce dünyanın size nasıl davranacağını göstermek için!

KİMSE dokuz kez doğru cevabı yazdığım için beni övmedi, KİMSE beni tebrik etmedi

ama HERKES yapmış olduğum tek HATA nedeniyle beni yargıladı ve bana güldü.

İşte ders bu:

İnsanlar yaptığınız yüzlerce doğru şeyi anlamaz, takdir etmez! Ama yaptığınız tek bir hata sebebiyle sizi yargılar.

Başarıları için insanlara değer vermeyi öğrenmeliyiz!

Iskalamaktan çok isabet ettiren ve sonunda sadece BİR hatası ile yargılanan ve diğer DOKUZ doğrusu değerlendirilmeyen insanlar..."

7.5.24

AHLAT

 Ahlat 


🔹️Ahlat, Anadolu'nun kalender ağaçlardan biridir. Azla yetinen, bulunduğu yerden şikayet etmeyen, en kurak bölgelerde bile varlığını sürdürebilen ahlat ağacının meyveleri de bir çok canlıya besin kaynağı olur.



🔹️"Ayının bildiği üç türkü var, üçü de ahlat üstüne" özdeyişi, Türkiye'nin hemen her bölgesinde doğal olarak yetişen ahlatın bir çok kuş ve memeli türü yanında ayılar tarafından da çok sevildiğinin göstergesidir.


🔹️Yaban armudu, çakal armudu, taşlı armut ve çörtük gibi bir çok isimle anılan Ahlat ağacı Doğu Anadolu'da kadim bir kente de adını vermiştir. İç Anadolu coğrafyasının çıplak bozkırlarında sürülmüş tarlalar ya da ekinlerin arasında tek tük beliren ağaçlardan biri de ahlattır. 


🔹️Alıç, kuşburnu ve muşmula gibi gülgiller ailesinin bir üyesi olan ahlat binlerce yıldır insanoğlunun da en eski besin kaynaklarından biri. Büyük savaşlar görmüş Anadolu toprağının insanı, kıtlık ve zorluk yıllarında ahlatın meyvelerini ekmeğine katık etmiştir. 


🔹️Sonbaharda olgunlaşmaya başlayan ahlat meyveleri asit ve tanen içerdiğinden buruk bir tat verir ve yemesi zordur. Ancak kışa doğru iyice olgunlaşan meyvelerin tadı ve aromasına doyum olmaz. Yaşı ellinin üstünde olan kırsal kökenli insanların hemen hepsinde bir ahlat ağacı anısı vardır. Bir sabah ansızın çıkılan göç yollarında vedalaşamadan ayrıldığı o yalnız ahlat ağacının hüznünü hep içinde taşır durur. 


👉👉"Ahlat ağacı Anadolu insanına benzer" dedi "Ne derdini söyler ne de duyanı olur feryadını. Ne vazgeçer tutunmaktan ne de terk eder toprağını. Ahlatın bildiği üç türkü vardır. Üçü de sabır üstüne..."


#Coğrafyakaderdir 

#AhlatAğacı

6.5.24

KARİYE CAMİİ-İKİNCİ AYASOFYA

 Tabii, Kariye Camii, İstanbul'un Edirnekapı semtinde bulunan tarihi bir yapıdır. İlk olarak 4. yüzyılda kilise olarak inşa edilmiş, daha sonra 11. yüzyılda Bizans döneminde bir manastır olarak kullanılmıştır. 16. yüzyılda ise Fatih Sultan Mehmet'in emriyle camiye dönüştürülmüştür. Kariye Camii, mozaik ve freskleriyle ünlüdür ve Bizans dönemi sanatının en önemli örneklerinden birini sunar.



 Kariye Camii'nin içinde yer alan mozaik ve freskler, Hristiyanlık tarihindeki sahneleri ve kutsal figürleri betimler. Bu sanat eserleri, Bizans döneminin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Cami, Osmanlı döneminde bir süre ihmal edilmiş olsa da 20. yüzyılda restore edilmiş ve 2020'lerde UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmiştir. Kariye Camii, İstanbul'un kültürel ve tarihi mirasının önemli bir parçasını oluşturur.



Kariye Camii, İstanbul'un en önemli Bizans dönemi yapılarından biridir. İlk olarak 4. yüzyılda Aziz Stefanos Kilisesi olarak inşa edilmiştir. Daha sonra 11. yüzyılda, Komnenos Hanedanı'nın desteğiyle, manastır kompleksi olarak genişletilmiştir. 14. yüzyılda, Paleologos Hanedanı döneminde, caminin içi mozaiklerle süslenmiştir. Bu mozaikler, İsa'nın yaşamını ve öğretilerini, Meryem'in hayatını ve peygamberlerin hikayelerini tasvir eder. 16. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet döneminde camiye dönüştürülmüş ve daha sonra Osmanlı döneminde çeşitli tamiratlar geçirmiştir. 20. yüzyılın ortalarında yapılan detaylı bir restore süreciyle cami, ziyaretçilere açılmış ve bugün hala ziyaret edilmektedir. Kariye Camii, İstanbul'un tarihî ve sanatsal zenginliğini yansıtan önemli bir yapıdır.

Edirnekapı semtinde, hâlen ayakta duran Theodosius Surları'na yaklaşık yüz metre uzaklıkta bulunan yapı, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir yapı topluluğu olan Khoara Manastırı'nın merkezini oluşturmaktaydı. İstanbul'un Fethi'nden sonra elli sekiz yıl daha kilise olarak işlevini sürdü. Mozaikleri ile ünlü kilise, 1511'de cami olarak kullanılmaya başladı. 1945'te ulusal anıt ilan edilen yapı, Bakanlar Kurulu kararı ile 1948 yılında Müzeler İdaresi’ne bağlı bir müze hâline getirildi. Kariye Camii, 2019 yılında Danıştay'ın iptal kararı sonucu Cumhurbaşkanı tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmişti.

06.05.2024 tarihinde "79 yıl sonra Vakıflar Genel Müdürlüğümüz tarafından restore edilerek yeniden ibadete açılmıştır. Ayasofa-i Kebir Camii'nden sonra, daha önceden cami olarak kullanılan mekan müzeye çevrilmişti. 1947'den sonra müze haline gelen bu cami vakıflarımızın gayret ve himmetleriyle tadilattan geçirilmiş  yeniden ibadete açılarak İstanbul'umuzda müminlerle buluşması sağlanmıştır.

5.5.24

BUNU MU İSTİYORSUNUZ!!!

 BUNU MU İSTİYORSUNUZ?


• Çocuğunuz;


– Varsın, bir çivi bile çakamasın ama dersleri iyi olsun.

– Varsın omuzlarda cenaze taşıyanlara bön bön baksın ama matematiği düzgün olsun.

– Varsın evin çalan telefonuna cevap veremesin ama notları yüksek olsun.

– Varsın eve gelen misafirlerinizle üç kelime konuşamasın ama fen lisesine gitmiş olsun.

– Varsın ağlayan bir çocuk görünce ona gülsün ama sınıfın birincisi olsun.



– Varsın kendisinin fazladan harçlığı olduğu halde; kantinden simit alamayan çocuklarla alay etsin ama öğretmenlerinin gözdesi olsun.


– Varsın başını okşayıp hatırını soran bir yetişkine dönüp; “Ya siz nasılsınız efendim…” diyemesin. Ama yabancı dili mükemmel olsun.

– Varsın, oyun arkadaşları olmasın ama sınavlarda “on” çeksin.


– Varsın; Taziye nedir bilmesin, Başın sağ olsun ne demek, anlamasın, Geçmiş olsun kime denir niçin denir haberi olmasın, Uğurlar olsun ne anlama gelir farkında olmasın


Ama karneleri süper olsun.


– Evet varsın tek dostu olmasın ama  iyi gelir getiren bir mesleği olsun.


Bu çocuğu bu hale nasıl mı getirdiniz?


– Bandı üç ay geriye sararak, çocuğunuzla “nelerden ibaret” olan iletişiminizi dinlemek ister misiniz;

–Oğlum çıkar üstünü-başını doğru derslerinin başına.

– Kızım öğrenemedin gitti şu işi hafta içi sokak-mokak yasak.

– Ne gezmesi sen önce ödevlerini bitir.

– Oyun mu gelmeyeyim yanına.

– Geçen dönemin berbat karnesini unuttuğumu sanma.

– Birazdan tek tek bakacağım ödevlerine.

– Yavrum, bıktım ama her akşam ders çalış demekten.

– Şu odanın hali ne küçük bey!

– Hayır efendim siz de ana-baba olunca her akşam bol bol televizyon izlersiniz.

– Haftaya veli toplantısı var biliyorsun değil mi küçük hanım.

– Çocuklar, kesin şamatayı da elime sopa almayayım…


• Çocuğunuzla bilmem ama,bu tarzınızla kimseyle iletişim kuramazsınız.


• Mesela, çocuğunuz hakkında şunları hiç merak ettiniz mi:


– Elinin neye yatkın olduğunu,

– Gönlünün neler arzuladığını,

– Dilinin neye uyumlu olduğunu,

– Gözlerinin zevkini,

– Hangi oyunlardan hoşlandığını,

– Neleri “merak” ettiğini,

– Arkadaşları ile en çok hangi oyunları oynadıklarını,

– Hangi oyunlarda başarılı olduğunu,

– Futbolla ilgisini, basketle arasını, satrançla havasını hiç merak ettiniz mi acaba?

– Bisiklet sürmeyi öğrenip öğrenmediğini,

– Resim dersiyle ilgisini,

– Müzikle arasını hiç mi sormadınız?

• Öyleyse çocuğunuzla:

– Ayağı yere basan bir iletişim kuramazsınız.

– Her sözünüze tepkili olması,

– Lafı ağzınıza tıkaması,

– Bazen de sizi terslemesi,

– Hayallerinizin suya düşmesi hep bundandır canım kardeşim.


ÜSTÜN DÖKMEN




CEVİZ KURDU

 CEVİZ KURDU, GİRECEĞİ KADAR BİR DELİK AÇARAK CEVİZİN İÇİNE GİRER.


 Cevizin içi insan beynine benzer, başlar onu yemeye.

Buraya kadarı normal. Yedikçe şişmanlar.

Karnı büyür. Yeterince yükünü tutup doyunca gitmek ister ama girdiği delikten çıkamaz.

Daha da kötü olanı; içi yenilen ceviz de kurumuş ve sertleşmiştir, o deliği genişletmek artık imkansızdır.



---Kurtçuk oturup bakar, delikten geçip çıkmak için tek çaresi vardır:


 Zayıflamayı beklemek.

Aç kaldıkça zayıflar, eski cılız haline döner.


Ve bir gün çıkar. Ama çıktığında mevsim bitmiş, ortada aç ve cılız bir kurtçuk ile bir içsiz ceviz kalmıştır.


Kimi insanlardaki para ve mal - mülk hırsı da ceviz kurduna benzer.


O hırsı yenip, artık yeter, dediğinde baharlar ve yazlar bitmiş olur.


Geriye sadece, ömrünün sonbaharı ve belki de

çeşitli hastalıklar, ilaçlar ve diyetler ile geçirmek zorunda kalacağı, koskoca bir kara kış kalmış olur..

4.5.24

İSRAİL'E KAPSAMLI AMBARGO KARARI

İSTANBUL VE ÇANAKKALE BOĞAZLARIİSRAİL GEMİLERİNE KAPATILABİLİR.TÜRK HAVA SAHASI KAPATILABİLİR.






1-Türkiye, ilk kez bir ülkeye bu kadar kapsamlı ekonomik ambargo kararı aldı ve uygulamaya koydu. Bütün limanlar, bütün ticaret alanları İsrail’e kapatıldı.

2-Bu sadece konjonktürel bir tepki değil, coğrafyada ve küresel ölçekte güç kaymalarına paralel, daha da şiddetlenecek bir kırılmanın ilk adımlarıdır.

3-Bir adım sonra; Türk hava sahası, Çanakkale ve İstanbul boğazları da kapatılabilir. Bu adımlar, coğrafyadaki İsrail varlığı için tarihi bir sorgulamayı başlatacak, yeni bir “varoluş krizi”ne yol açacaktır.

4-İsrail zaten Kızıldeniz’den tedarik sorunu yaşıyordu. Husilir’in İsrail gemilerini saldırıları yüzünden burayı kullanamıyor. Gemilerini başka ülke bayraklarıyla geçirmeye çalışıyor. Bu açığını BAE gibi ülkelerin girişimiyle aşıyordu.

5-Peki Türkiye’nin bu tavrı, başka ülkelere örnek olabilir mi? Olmalı. İsrail’e bütün “kara ticaret koridorları” kapatılmalı.

6-Bugüne kadarki Arap-İsrail krizlerinin, Filistin’e yönelik saldırıların çok ötesinde bir durumla karşı karşıyayız. ABD ve Avrupa’daki gösteriler, bir çok ülkeden yükselen tepkiler, bazı ülkelerin diplomatik ilişkileri kesmesi, ticaret koridorlarının kapatılması ve son olarak Türkiye’nin bu kapsamlı ambargosu, İsrail için tarihi bir kırılmanın, çöküşün çok önemli işaretleri olabilir.

7- ABD ve Avrupa’nın “İsrail dokunulmazlığı”nı güvence altında tutması artık eskisi kadar kolay olmayacak. Çünkü onlar da bölgesel ve küresel ölçekte çok ciddi güç daralması yaşıyor.

8-Ticaret Bakanlığı: “İsrail ile ihracat ve ithalat işlemleri tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurulmuştur. İsrail hükümeti, Gazze'ye kesintisiz insani yardım akışına izin verinceye kadar Türkiye söz konusu yeni tedbirleri kesin ve kararlı bir şekilde uygulayacaktır.”

9-Fox News: "Bu adım Türkiye'nin İsrail'e karşı mücadelesinde sadece bir cephe. Türkiye Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhinde süren soykırım davasına müdahil olma kararı aldı."

10- İsrail Maariv gazetesi: “Tatlı ve konservelerden, sebze ve meyvelere kadar aklınıza gelebilecek her şey Türkiye'den geliyor. Uluslararası şirketler Türkiye'de montaj yapıyor. Örneğin Toyota Corolla Türkiye'de monte ediliyor ve şimdi İsrail'e araba göndermenin mümkün olmadığı söyleniyor. Durum gemilerin İstanbul ve Çanakkale Boğazı'ndan geçmesinin engellenmesi veya Türkiye hava sahasında uçuş yasağı getirilmesiyle daha da kötüleşebilir."

11- Gazze’de tam bir soykırım yaşanıyor. İsrail, ABD ve Avrupalı müttefikleriyle tam anlamıyla bir “Müslüman Soykırımı” yürütüyor. Ancak, yakın gelecekte bunun Gazze’nin çok ötesinde, bütün coğrafyada, olumlu anlamda, sarsıcı sonuçlarına tanık olma ihtimalimiz çok yüksek.

İbrahim Karagül 


3.5.24

BİRİ DE TÜRKİYE

 Dünyada kendi uçak ve helikopterini yapabilen 6 ülke var;


Biri Türkiye!

Dünyada TİHA üretebilen 4 ülke var;

Biri Türkiye!



Dünyada Jet motoru teknolojisine sahip 7 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Bor karbür üretebilen 3 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Kriptolu telefon üretebilen 6 ülke var;

Biri Türkiye!



Dünyada Baz istasyonu üretebilen 5 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Tünel açma makinası üretebilen 8 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Elektrikli araç bataryası üretebilen 6 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Kendi deniz topunu üreten 4 ülke var;

Biri Türkiye!

Dünyada Hava-hava füzesi üretebilen 7 ülke var;

Biri Türkiye!



2.5.24

MEĞER TAKSİM NEYMİŞ ÖYLE!!!

 TAKSİM: İŞGALCİNİN KUTSAL MEKANI  OKUYUN BAKALIM! 



 İçimizde "İşgalcinin uzantısı" bir güruh var. Bu güruh, b.k bile yese TAKSİM'de yemek ister. Çünkü Taksim, bu güruh için işgalin sembol yeridir. Bu güruhun güdücüleri bunu çok iyi bilirler ve orayı 'kutsal" kabul ederler.  Her haltı da burada  yemek isterler.         Bu güruhun soyu, Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomore" adlı romanda anlattığı Leyla'ya dayanır. Bu güruhun dişileri, yeniden bir işgal olsa işgal ordusunun subaylarıyla dans etmeye ve çiftleşmeye hazırdır. Bunu Çağdaş batıcılığın bir gereği olarak görev addederler. Erkekleri ise batılı efendileri tarafından boynuzlanmayı "onur" kabul edecek karakterdedirler. Bu zihin ve ruh yapısındaki güruh, her fırsatta TAKSİM'de olmak ister. Hatta bu devlete ve millete karşı giriştiği her hareketi da oradan başlatmak ister. Neden mi?    İşgal Ordusunun komutanı Fransız General Louis Franchet d'esperey, 8 Şubat 1919'da Eminönü'ne demirleyen gemisinde bekler, bir beyaz at getirilmesini ister. Bu beyaz ata binerek Galata Köprüsü'den geçerek Galatasaray Lisesine gider. Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde bu TAKSİMCİ gühun ataları tarafından çiçeklerle karşılanır ve ağırlanır. Beyaz ata binerek şehre girmesi ile Sultan Fatih'ten - tıpkı Fatih Han gibi beyaz atla şehre girerek- intikamını aldığını söyler.     D'esperey'nin ilk işi ertesi günün akşamına  İşgal'in Kutlama Balosu'nu düzenlemek olur. Balo mekanı olarak o günlerde Mason Locası olan, bugünün Emek Sineması seçilir. ( Emek Sineması üzerine kopan fırtınaları da bu gözle değerlendirin.) Şişli'de, Bebek'te oturan bugün "Beyaz Türkler" denilen TAKSİMCİ güruhun ataları baloya doluşur. Bu güruhun kadınları İşgal subaylarıyla dans etmek için âdetâ birbirlerini yerler. Yakup Kadri gibi bir Batıcının bile midesini bulandırıp söz konusu romanı yazmasına neden olan bu balo ve sonrasındaki rezaletlerdir.    Peki sonra ne olur?    D'esperey, Taksim'deki Topçu Kışlası'nı yıktırır. Topçu Şehitliği'ni de dümdüz ettirir. Topçu Şehitliği'ni top sahası yapar, Topçu Kışlası da moloz yığınları şekline döner. D'esperey böylece Çanakkale'de kendilerine geçit vermeyen Türk Topçusu'dan intikamını almıştır. Bu top sahasında İşgalin yerli işbirlikçileriyle futbol maçları organize eder.        Taksim Stadı denilen yer, Topçu Şehitliği, Gezi Parkı denilen yer de Topçu Kışlası'nın yeridir. İşte işgalcinin içimizdeki uzantısı güruhun TAKSİM aşkının altında yatan gerçek budur.       Batıp giden ve sahibi tarafından yıkılmaya terkedilen Emek Sineması'nın işgalcinin uzantısı güruh için anlamı ve önemi buradan gelir.  "Devlet tarafından yeniden yapılsın, yeniden açılsın, tarihi sinemamız yaşasın!" kampanyalarının, bağırıp çağırmalarının altında yatan gerçek de budur.        Bugünün TAKSİMCİLERİ,  O günün işgalcisinin işbirlikçileri olanların soyundan gelenlerdir. ABD'yi, NATO'yu Türkiye'ye müdahaleye çağırmaları bundandır. Gezi Kalkışması"nı TAKSİM'de başlatmalarının altında bu yatar. Her 1 Mayıs'ta "TAKSİM" diye tuturmalarının altında bu yatar. "Taksim'e cami yaptırmayacağız!"  yırtınmalarının altında yatan gerçeklik de budur.   Şimdi iktidarın yerel seçimleri kaybetmesiyle biti kanlanan bu güruhun, yeniden TAKSİM diye tutturması da bundandır.

Tevfik Yaşar Tekeli

30.4.24

1 Mayıs 1977 De Ne Oldu?

Kanlı 1 Mayıs veya 1 Mayıs Katliamı,[1] 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı'nda kutlanan İşçi Bayramı'nda 34 kişinin hayatını kaybetmesi ve 136 kişinin de yaralanması ile sonuçlanan olaydır.[3]

1977 1 Mayıs'ı için hazırlanan, "dünyayı avuçlarında yükselten işçi" logosu


 1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı'nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul'a gelenler ile birlikte yüz binlerce kişi Taksim Meydanı'ndaki kutlamalara katıldı.[6] Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürdü, konuşmalar da uzadı.

Saat 19.00 sularında dönemin DİSK genel başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde Saraçhane tarafından Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşün sonunda Sular İdaresi arkasına kadar gelen Maocu gruplar kordon oluşturmuş DİSK güvenlik görevlileriyle çatışmaya girerek ateş açmaya başladılar. Bunun ardından tüm Taksim Meydanı'nı saran silah sesleri duyulmaya başlandı. Gerek DİSK gerekse kutlamaya katılan çeşitli kuruluşlardan Sular İdaresi binasının üstünden ve Intercontinental Oteli'nin (bugün The Marmara Oteli) üst katlarından ateş açıldığı iddialarında bulunuldu.[2][5] Taksim Meydanı'nın dolduran kalabalık panik halinde kaçmaya çalışırken polis de ses bombaları ve panzerlerle kalabalığa müdahale etmeye başladı.

Meydandan kaçmak için Kazancı Yokuşu'na yönelen büyük bir kalabalık park edilmiş DİSK üyesi Teknik-İş sendikasına ait bir kamyonun önünde sıkışınca burada birçok kişi ezildi.[2] Sonuç olarak, 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi silahla vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak toplamda 34 kişi[not 1] yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. DİSK'in yayınladığı listede ise 36 kişinin öldüğü belirtilmişti.[not 2][2][5]

Olay sonrası 470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamayarak serbest bırakıldılar. Tertip komitesi, bazı sendika ve sol gruplardan 98 kişi hakkındaki yargılamalar 14 yıl boyunca sürdü. Bu yargılamalardan kimse ceza almadı. Emniyet veya devlet yetkililerinden herhangi birinin yargılanmadığı dava zaman aşımına uğrayarak düştü. Bunun üzerine dava, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşındı.[7] Bugüne kadar ateşi kimlerin açtığı tam olarak belirlenememiş ve olay aydınlatılamamıştır.[7]

29.4.24

UNUTTURULAN ZAFER KUT'UL AMARE

 UNUTTURULAN ZAFER KUT'UL AMARE


29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı Ordusunun Irak'ın Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük bir zaferidir. Kutul Amare'de 13 bin 300 İngiliz askeri ile 13 general 481 subay esir alınmış ve 40 bini aşkın İngiliz askeri öldürülmüştür.



Osmanlı Ordusunun Birinci Dünya Savaşı'nda çarpıştığı cephelerden biri, İngilizlere karşı oluşturulan Irak cephesidir. Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, Dicle, Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya'yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezi'ne kadar uzanır.


Irak petrollerini ele geçirmeyi amaçlayan İngilizler, 6 Kasım 1914 tarihinde Basra Körfezinden Şattülarap ağzındaki Fav mevkiine asker çıkararak saldırıya geçmişler, ilerleyen aylarda bu saldırılarını kuzeye doğru genişletmişlerdir. İngilizler, 3 Haziran 1915 tarihinde Kut'ül-Ammare'yi, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye'yi işgal etmişlerdir. 23 Kasım 1915'de ileri harekata geçen Türk birlikleri, General Townshend komutasındaki İngiliz ordusunu geri püskürterek Kut-ül Ammare'de çember içerisine almayı başarmışlardır. Kut'ül-Ammare'yi bir kale gibi savunan General Townshend, 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmak zorunda kalmıştır. Türkler, Kut'ül-Ammare'de İngilizlerden başta Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere toplam 13 general, 481 subay ve 13.300 askeri esir almışlardır.

Kut'ül Amare Zaferi sonrasında Almanya'da yayınlanan ve Türkleri, İngiltere sembolü olan aslanı terbiye ederken gösteren bir karikatür.


Tarihe Kut ül Amare zaferi olarak geçen savaşlar sırasında İngilizler 40 bin kayıp ve esir verirken Türk birlikleri ise 25 bin askerini kaybetti. Kut ül Amare savaşı sırasında Türk birlikleri sınırlı sayıda uçakla önemli görevler yaptı. Keşif görevleri yapan Türk uçakları bir taraftan da düşman hedeflerini bombardıman etti. 26 Nisan 1916'da Kut ül Amare'deki İngiliz kuvvetlerine erzak yardımına çalışan bir İngiliz uçağı da Türk avcı uçağı tarafından düşürüldü.



Ancak kazanılan bu tarihi zafere rağmen savaşın genelinde mağlup olan Türk ordusu, takviye edilen İngilizlerin bölgeyi Şubat 1917'de işgal etmesine engel olamadı. Irak'ın güneyine 1914 sonlarında çıkarma yapan İngilizler, ancak Mart 1917'de Bağdat'a ulaşarak kenti işgal etti.


Kut'ül-Ammare Zaferi, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'nun zor şartlar ve imkansızlıklar içerisinde, Çanakkale'den sonra kazandığı ve bir İngiliz tümeninin bütün personeli ile birlikte esir alındığı eşsiz bir zaferdir. Halil Paşa, Kut'ül-Ammare zaferinden sonra 6'ncı Ordu'ya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:

"Arslanlar!


Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.



Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.


Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.


İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz."


Avustralyalı araştırmacı Dr. Gaston Bodart tarafından Kut'ül-Ammare Zaferi, "İngiliz prestijinin Birinci Dünya Savaşı'nda yediği en büyük darbe olarak yorumlanmaktadır."


Halil Paşa, Kut'ül-Ammare'nin teslim alındığı gün orduya bir tebrik mesajı yayımlamış ve bu günün "Kut Bayramı" olarak kutlanmasını istemiştir.


28.4.24

ANADOLU'DA YAYLACILIK

 Anadolu'da yaylacılık geleneksel bir yaşam tarzıdır. Yaylacılık genellikle yaz aylarında, sürülerin otlatılması ve hayvancılık faaliyetlerinin yürütülmesi amacıyla yüksek yaylalara taşınmayı içerir. Bu, özellikle dağlık bölgelerde yaygındır ve yaylacılar genellikle yaz boyunca yaylalarda geçici barınaklar kurarlar. Bu yaşam tarzı, Anadolu'nun birçok bölgesinde köklü bir geleneğe sahiptir ve hala birçok yerde devam etmektedir.



Yaylacılık genellikle dağlık veya yüksek rakımlı bölgelerde gerçekleşir. Yaylacılar, genellikle kış aylarını geçirdikleri yerleşim yerlerinden yaz aylarında sürülerini otlatmak için yaylalara göç ederler. Bu göç, genellikle ailelerin birlikte yapacağı uzun bir yolculuk gerektirir ve genellikle belirli rotaları takip eder.



Yaylacılık, sadece hayvancılıkla ilgili değildir, aynı zamanda yaylalarda yaşamın tüm yönlerini içerir. Yaylacılar, geçici barınaklarında yaşarlar, süt ürünleri işlerler, geleneksel el sanatlarıyla uğraşırlar ve doğal kaynaklardan yararlanarak kendi ihtiyaçlarını karşılarlar.


Anadolu'da yaylacılığın birçok farklı bölgesinde farklı gelenekler ve uygulamalar vardır, ancak genel olarak yaylacılık, doğaya ve geleneklere derin bir saygıyı yansıtan bir yaşam tarzıdır.



Daha ayrıntılı bir açıklama yapacak olursak:


1. **Yayla Sezonu**: Yaylacılık genellikle yaz aylarında gerçekleşir. Genellikle mayıs veya haziran ayında başlar ve eylül veya ekim ayında sona erer. Bu dönemde, yaylacılar sürülerini otlatmak ve yayla hayatını sürdürmek için yaylalara göç ederler.


2. **Yayla Göçü**: Yaylacılar, sürülerini ve eşyalarını taşıyan develerle veya diğer hayvanlarla uzun bir yolculuk yaparlar. Bu göç, geleneksel olarak belirli rotaları takip eder ve genellikle köyler arasında toplu halde gerçekleşir.


3. **Geçici Barınaklar**: Yaylacılar, yaylalara vardıklarında geçici barınaklar kurarlar. Bu barınaklar genellikle ahşap veya çadır yapılarıdır ve ailelerin konaklayabileceği kadar geniş olabilir.


4. **Hayvancılık Faaliyetleri**: Yaylacılığın ana amacı hayvancılıktır. Yaylacılar, sürülerini otlatır, süt sağar, peynir ve yoğurt yaparlar. Aynı zamanda hayvanların ihtiyaçlarını karşılamak için yaylalarda yonca veya diğer ot türlerini yetiştirebilirler.


5. **Geleneksel El Sanatları ve Kültürel Aktiviteler**: Yaylacılar, boş zamanlarında geleneksel el sanatlarıyla uğraşabilirler. Halı dokuma, kilim yapımı, seramik işçiliği gibi el sanatları yaygındır. Ayrıca, yaylacılık dönemi boyunca çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenebilir, müzik, dans ve yarışmalar gibi.


6. **Doğal Kaynak Kullanımı**: Yaylacılık, doğal kaynakları etkili bir şekilde kullanmayı gerektirir. Yaylacılar genellikle suyu akarsulardan veya doğal kaynaklardan temin ederler. Ayrıca, odun veya hayvan gübresi gibi yakıtları da doğal kaynaklardan elde ederler.


Yaylacılık, Anadolu'nun birçok bölgesinde hala yaygın olan bir yaşam tarzıdır. Geleneksel yaylacılık uygulamaları, modern yaşam tarzıyla birleşmiş olsa da, hala birçok yerde yaşatılmaktadır.